Niye Müslümanlara düşman oldular?
İslamofobinin ve İslam düşmanlığının nedenlerini ele alırken, İslam’ın doğuş ve hızlı yayılış dönemlerine kadar gitmek mümkün. İslamiyet’in şaşırtıcı bir hızla yayılması sırasında, bundan en çok zarar gören ve bağlılarını bu son dine kaptıran Hıristiyanlık’tı. Yine aynı şekilde Ortaçağ sancılarıyla kıvranan Hıristiyan dünyasının, Endülüs ve Osmanlı karşısında her alanda uzun yıllar yaşadığı mağlubiyet hissinin ve Haçlı ruhu arayışının içinde de görebiliriz İslamofobiyi. Ama kabul etmeliyiz ki, modernlik ve kapitalizmle birlikte Batı’nın galebe çalmasının ve Müslümanların savaş meydanlarında, bilim ve teknoloji alanında yenilgilerinin ardından bu hınç ve öfke, büyük ölçüde yatışmıştı. Batı, Müslümanları, kolay yönetebilecekleri, zenginliklerinin farkına varmayan, kendilerini pek de tedirgin etmeyen kalabalıklar olarak görmeye başlamıştı. Sömürgeci yıllarının suçunu bastırmak gerekliliğinin de etkisiyle ve tabii daha ziyade ucuz işgücü ihtiyacının baskısıyla, Güneydoğu Asyalı ve Afrikalı Müslümanları Avrupa’ya göçmen olarak bile kabul ediyorlardı. Bir zamanlar korkulu rüyaları olan Osmanlı’nın bakiyesi Türkiye, dev ordusuyla onların komünizme karşı dostu ve kalkındırmaları, işsiz kitlelerine çare bulmaları gereken müttefikleriydi.
Müslümanları ve İslamiyet’i düşmanlaştırmak ve bunun için tarihteki yaralarının kabuğunu kaldırmak, kin ve nefretlerini bu yeni düşman üzerine boca etmek, esasen son yıllarda, post-modern denilen zamanlarda keşfedildi. O yüzden çok uzaklara kadar gitmeyip dikkatimizi bu son yıllara odaklarsak, İslamofobinin ve İslam düşmanlığının nedenleri hakkında nispeten daha isabetli hükümler verebiliriz.
Berlin Duvarı’nın yıkılışına tarihlenen iki kutuplu dünyanın sona erişi, liberal demokrasinin sosyalizm üzerindeki kesin galibiyetiyle birlikte yeni sorunları haber veriyordu. “Rus ayısı” ile temsil edilen uzun ve gaddar Sovyetik yılların etkisi, dünya üzerinden nasıl kaldırılacak, Sovyet egemenliğinin yerini liberal demokratik kapitalist düzen nasıl alacaktı? İki kutuplu dünyada sistemin çarklarını işletmek her şeye rağmen kolaydı zira her iki tarafın da halklarına gösterecekleri birer öcüsü vardı. Tehdit, şantaj ve korkuya dayalı siyaset üretmek, dünyanın ödünü nükleer savaş tehlikesiyle patlatmak ve yumuşama politikalarıyla alttan alta umut vermek, onlar için çocuk oyunuydu. İyi ama şimdi, iki kutuplu dünya ortadan kalktıktan sonra, dünya sistemi nasıl idare edilecek, Batı’nın bu kez Rusya Federasyonu’nu da kapsayacak biçimde ortak düşmanı kim olacak, “öteki” ihtiyacı nasıl karşılanacaktı? Kötü-ünlü, “tarihin sonu” ve “medeniyetler savaşı” tezleri tam da bu sırada ortaya atıldı. ABD merkezli “İmparatorluk”, tüm dünyada egemenlik sağlamıştı ama iki uçlu bir çelişki ortaya çıkaramazsanız hareket olmazdı. Hareketi temin edecek çelişki, tarih sahnesinde yer almış, bugün mirasçıları hayatta olan medeniyetleri tekrar zuhur ettirip savaşıyorlarmış gibi göstererek sağlanabilirdi.
Bakmayın siz medeniyetler savaşı dendiğine, ortada gerçek anlamda tek bir karşıtlık, modernliğin her yerde baskın olduğu dünyada, gelişmenin önünde tek bir engel vardı: Müslümanlar… Müslüman dünyada da her şeyi altüst etmeyi ve değiştirmeyi başarmış olmasına rağmen, modern sistem, bir türlü ipleri tam olarak elinde tutamıyordu. Modern idealler, neyi ileri sürüyorsa, Müslümanların ona karşı veya ona ilaveten söyleyecek bir şeyleri hep oluyordu. Müslümanların modernliğe çıkardığı pürüzler karşısında Hindu ve Budistlerinki çerez gibi kalıyordu. Kaldı ki Hindu ve Budistleri de Müslüman karşıtı yapmak için elde epey malzeme vardı. Yeni çelişki, modernlik ile Müslümanlar (ya da İslamiyet) arasında kuruldu.
Modernliğin ekonomik alt-yapısını oluşturan kapitalizm, eşitsiz gelişmeyi dayalıydı ve kendi içinde yıkıcı çelişkiler barındırıyordu. Sömürgeci yılların günahları yetmiyormuş gibi, 21. Yüzyıl, sırf bu yüzden, iki büyük dünya savaşına sahne olmuş ve iddia ve ideallerinin tam aksine, modernlik, insanlık tarihinin en büyük insan kayıp ve katliamlarını ortaya çıkarmıştı. Batı medeniyetinin sacayaklarından birisini oluşturduğu öne sürülen Yahudi-Hıristiyan gelenekleri birbirine düşmüş, Avrupa’dan Yahudileri söküp atmak için Holocaust yürürlüğe konmuştu. Holocaust’un azabı, 2. Dünya Savaşı’nın sonunda bir de modernliğin kara deliği, “Filistin Sorunu”nu ortaya çıkarmıştı. İslamiyet’in ve Müslümanların karşı kutba konmaları ve düşman ilan edilmeleri sayesinde, hem Batı tarihinin ayıplarını örtmek hem de artık birbirleriyle savaşmak yerine, Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda, farklı Müslüman grupları kendi adlarına vekaleten savaştırmak mümkündü.
“Batı” diyerek toptancı bir yaklaşımla analize yeltendiğimin farkındayım. Şüphesiz Batı, yekpare değil. Batı’nın da bir vicdanı ve modernliğin ürettiği uygarlık değerlerini gerçekten savunan insanları var. Bu gidişe kesinlikle karşı çıkıyor, Müslümanların ötekileştirilmesini asla kabul etmiyorlar. Onlar elbette dostumuz. Ama genel eğilimin yönünü belirlemek ve altını çizmek istediğimden bundan sonra da “Batı” diyeceğim için onlardan özür diliyorum. Devam edeceğim.
Kaynak: Yeni Şafak