Hunhar yeni dünya
Banka, ihtiyaç sahipleri arasında basit bir aracı olarak ortaya çıktığı ilk zamanlarda mali oligarşiye dayalı yenidünya sisteminin habercisi olduğunu kimse anlamamıştı. Kökenleri, matbaa, telefon ve fotoğraf makinesinin icadına kadar giden bilgisayarın keşfiyle müthiş bir ivme kazanan gelişmelerin teknomedyatik dünyayı kuruyor olduğunu sezmek de pek kolay değildi. Bir süreden beri, artık eski kavram ve anlayışlarla anlayamayacağımız yepyeni bir dünyanın inşasına tanık oluyoruz. Beklendiği gibi “cesur” olmayan, artık “insan”dan değil “insan-ötesi”nden, “insan-sonrası”ndan bahsedilen “hunhar” bir yenidünya…
“İnsan hakları” ve “demokrasi” gibi kavramların, bu “hunhar yenidünya”da ne kadar kullanışsız olduklarını, egemenlerin çıkarlarını korumak için her yolu deneyeceklerini, birbirleriyle savaşmak yerine vekâlet savaşları yürüteceklerini çoktan anlamış bulunuyoruz. Anlamamız gereken olgulardan birisi de, teknomedyatik dünyanın “insan” ve “toplum” tanımlarının da tamamen farklı olacağı; iletişimimiz, ilişkilerimiz, anlayışlarımız ve algılarımız dâhil olmak üzere her şeyin değişeceği…
“Eski” tartışmaları bir kenara bırakıp bir an önce “posthumanism”, “transhumanism” tartışmalarında yerimizi almak durumundayız. Zira seküler maddecilik artık yakıtını buralardan sağlıyor, insanlık adına yapıcı bir müdahale gerekiyor. Yeniliklerden, teknolojiden kaçarak kurtulmak mümkün değil, hele hele “bağımlılık” diyerek hastalık etiketi yapıştırıp üstümüzden atmaya çalışmak gülünç, çocuksu bir çaba. Olanı biteni anlamalı, değerlerimize sahip çıkmak adına yapabileceklerimize, alternatif olarak sunabileceklerimize odaklanmalıyız.
Enformasyon teknolojilerinin tıptan mimariye şehircilikten arşivciliğe, üretim süreçlerinden satış ve pazarlamaya, silah sanayinden otomotive, kütüphanecilikten istihbarata nasıl dev değişikliklere yol açtığını biliyoruz. Onları bir kenara bırakıp sadece gündelik hayatımızda olanlara baksak bile, şaşkınlıktan küçük dilimizi yutacağımız bir panorama var ortada. Her geçen gün biraz daha dijital ortam olmadan elimizin kolumuzun bağlanacağı, akıllı telefonumuzun yeni bir uzvumuz haline geldiği bir ağ oluşuyor. Birçok işi internet sayesinde kolayca hallediyor, hızın büyüsüne kapılıp “vay be!” diye hayranlık belirtiyoruz. İnternet; alışveriş, bankacılık, hastane randevusu ve yolculuk işlemleri gibi konularda giderek ilk seçenek haline geliyor. Medya; gazete, dergi ve kitap okuma, televizyon izleme, sohbet etme, oyun oynama, eğlenme hatta ödev yapma, ders dinleme, sınav sonucu öğrenme, haberleşme alanlarında çoktan olmazsa olmaz durumda.
Hayatın böylesine dijitalleşmesi, sanallığın her gün biraz daha fazla gerçeğin yerine ikame olması dilimizi de “dil” olmaktan çıkarıyor. Ciltler dolusu kitaplardansa sosyal medya cıvıldaşmaları bize daha çekici geliyor. “Bir yere gitmek”, “gezinmek”, “yolculuk”, “sörf yapmak”; “siteler”, “sayfalar”, “adres”, “yerleşimler”, “dünyalar”, “odalar”, “alanlar” dediğimizde artık yirmi yıl öncesinden bambaşka şeyler kast etmiş oluyoruz. Blog, emoji vs. gibi ilk defa şimdi kullanmaya başladığımız kelimelerden; “canlı yayın” sözünün yerine “gerçek zamanlı” denmesinin nedeninden hiç bahsetmeyelim isterseniz…
Bütün bu değişimlerin hayatımıza getirdiği kolaylıkları, faydaları reddetmek nankörlük olur. Ama teknolojiye nankör olmayalım diye yaşananlara eleştirel bir tutum takınmamak da kendimize, Müslümanlığımıza, insanlığımıza ihanet… Kaldı ki, görünüşte faydalı olduğu tartışmasız birçok olgunun pekâlâ şimdi fark edemediğimiz zararları, yan etkileri, komplikasyonları da olabilir. Mesela internet iletişiminde yaşanan sorunlar, şimdiden bizi canımızdan bezdirmiş durumda. Siber suçlarla ilgili bir güvenlik birimi açıldı ama yetmiyor, siber alana yeni bir etik, yeni bir hukuk gerekiyor. İnternet ilişkileri, önceki insan ilişkisi biçimlerinden çok değişik… Bu yenidünyanın acemileriyiz, neyin nasıl olacağını bilemiyoruz, karanlıkta el yordamıyla yürümeye çalışıyoruz.
Uzmanlar, çocukların internet bağımlığından nasıl kurutulacağı, nasıl yasaklar konacağı gibi işlerle uğraşadursun, çocuklarımızla giderek daha fazla farklı dünyaların insanları oluyoruz. Çünkü çocuklarımız bizim gibi yenidünyanın acemisi falan değiller bizatihi o dünyanın içine doğuyorlar. İnsan, önceden anasının kucağına, bir dilin, bir geleneğin içine doğardı, şimdiki çocuklar fazladan olarak dijital teknolojinin de içine doğuyorlar. Dijitallik, onların adeta ana dili gibi bizim içinse öğrenmeye, kekeleyerek konuşmaya çalıştığımız bir yabancı dil.
Oradasınız değil mi? Belagate, hamasete başvurmak yerine böyle konuşup duruyorum, kusuruma bakmıyorsunuz inşallah…
Kültür: Yeni Şafak