‘İnsanlık hali’
Belki aranızda bileniniz, izleyeniniz vardır. Bir süreden beri, TRT Haber’de cumartesi geceleri 23.00’te kardeşim, meslektaşım
Prof. Dr. Kemal Sayar Hoca
ile birlikte, usta sunucu Seval Çöpür’ün moderatörlüğünde “İnsanlık Hali” adında bir program yapıyoruz. Yaşadığımız toplumsal ve psikolojik sorunları dilimizin döndüğünce konuşup dertleşmeye çalışıyoruz. İnsanlık Hali’nde “teknoloji çağında ana babalık”, “kanaatkârlık”, “çocuğu güçlendirmek”, “bolluk çağında mutsuzluk”, “kıskançlığın kıskacından kurtulmak”, “vicdan ve vicdansızlık”, “iyiliği çoğaltmak” gibi konular işliyor, izleyicilerden gelen sorulara cevaplar vermeye gayret ediyoruz.
Bu köşede zaman zaman iç-dünyamızdaki iyiliğin, kötülüğün kaynakları üzerinde duruyoruz. Teolojik ve felsefi olarak hep ilgimizi çeken kötülük problemini (teodise) arada bir masaya yatırdığımız oluyor. Özellikle son programlar sırasında ve programa gelen tepkiler dolayısıyla fark ettim ki, öyle benim bu köşede yaptığım gibi teorik yazılar kaleme alarak ve hatta (kimse darılmasın) sadece iyi bir Müslüman olmanın öneminden bahsederek hallolacak bir mesele değil iyilikten yana saf tutmak. Başta medya olmak üzere çok daha fazla iyilik için çabalamak, iyi örnekleri gündeme taşımak, topyekûn bir iyilik hareketi meydana getirmek gerekiyor. Yoksa dünyamızda kötülüğün engellenemez yükselişi karşısında maalesef boşa kürek çekmiş olacağız.
Haset, aç gözlülük, tamahkârlık, saldırganlık ve şiddet karşısında ahlakın, erdemlerin, iyiliğin bayraktarlığını yapmaya çalışmak öyle sanıldığı gibi kolay değil. Her şeyin, arzuların, fantezilerin ve hatta dini ideallerin bile meta olarak pazarlandığı bir tüketim toplumunda iyiliğe bırakın bir yol ince bir koridor açmak bile çok zor. Umudumuz insanın iç-dünyasında, bu dünyanın derinliklerinde inci gibi saklanmış tertemiz fıtratta… Bu fıtrata uygun olarak yaşayan milyonlarca sessiz insanda… Ama “daha fazla tüketin, anı yaşayın, keyfinize bakın” klaksonlarının çıkarttığı gürültüden, sessiz vicdanların çığlığını duymak, her geçen gün daha da zorlaşıyor. Psikolojik bilimlerin insana bakışları, insanın ruh hali diye sunulan ve benimsememiz beklenen tablolar, bırakın umut olmayı giderek nefes almamızı bile güçleştiriyor. Bakın size tüm dünyada çok ünlü iki sosyal psikoloji deneyini örnek vereyim.
Bunlardan birincisi, Yale Üniversitesi’nden Psikoloji Profesörü Stanley Milgram’ın 1961 yılında yaptığı deney. Milgram’ın deneyi, sözüm ona öğrenme ve bellekle ilgilidir. Öğrencilere daha iyi öğrenebilmeleri için yanlış yaptıklarında elektroşok uygulanacaktır. Denekler, 4 dolar karşılığında katıldıkları deneyde öğrencilere yanlış yaptıklarında elektroşok uygulamakla yükümlüdürler. Öğrencilere aslında elektroşok uygulanmaz, bu bir kurgudur, ama onlar rol yaparak denekler tarafından şoka uğratılıyormuş gibi davranırlar. Deneklerin çoğu, görevlinin komutlarına aynen itaat eder ve öğrencilere verdikleri elektroşoku durmadan yükseltirler. Milgram, “Boyun Eğmenin Tehlikeleri” başlıklı makalesinde, bu sonuçları, sıradan insanların otoriteye karşı çıkamayarak büyük kötülüklere alet olabilecekleri şeklinde yorumlar. Ona göre özgür iradesiyle davranan insana göre boyun eğme halindeki insan, kendini tam fail olarak görmeyip, sorumlu hissetmediğinden rahatça kötülük yapabilir.
İkinci deney ise, ünlü psikolog Philip Zimbardo tarafından 1971’de düzenlenmiş. “Standford Hapishane Deneyi” olarak biliniyor. Zimbardo, kötü bir mekâna ya da kötü koşullara yerleştirildiğinde insanların nasıl tepki vereceğini araştırmak ister. Rastgele bir şekilde gönüllülerden oluşan 2 öğrenci grubunu mahkûmlar ve gardiyanlar olarak ayırır ve üniversitenin bodrumunda kurulan hapishane benzeri bir mekâna yerleştirir. 2 hafta sonunda şunları gözlemler: Gardiyan rolünü oynayan öğrenciler, hızla kötü davranışlar sergileyip baskıcı hale gelirler. Buna karşın mahkûm rolündekiler itaatkâr ve boyun eğici olurlar. Zimbardo, “Şeytan Etkisi” adıyla dilimize de çevrilen kitabında bu deneyi, insanların oynamaları beklenen sosyal rollere genellikle fazlasıyla uyum sağladıkları ve normal insanların belli durumlara yerleştirildiklerinde kötü şeyler yapabilecekleri şeklinde değerlendirir.
İşte böyle. Benim bu deneylerin kurgusuna da sonuçlarına da ciddi itirazlarım var. (Ki Milgram deneyini bir yazımızda konu edinmiş, itirazlarımızı söylemiştik- https://www.yenisafak.com/yazarlar/erolgoka/cehalete-degil-cogunluga-karsisiniz-2034598) İnsanın bu deneylerde görünenden ibaret bir varlık olmadığını düşünüyorum. Hakkını yemeyelim Zimbardo da daha sonradan iyiliği çoğaltma üzerine odaklandı ve “Kimileri insanın iyi ya da kötü doğduğunu iddia eder. Bence bu mantıksız. Her birimiz, her şey olabilecek muazzam bir kapasite ile doğuyoruz – ailemiz, kültür, yaşadığımız zaman- gibi doğuştan gelen koşullar tarafından şekilleniyoruz” sonucuna ulaştı.
Böyle şeyler konuşuyoruz İnsanlık Hali’nde. Sizi de bekleriz.
Kaynak: Yeni Şafak