Osmanlı kapitalizme karşıydı, ya biz?

Delil olarak gösterebileceğimiz belirli bir belge olmasa da Osmanlı’nın “Başlangıcından beri sosyal ve iktisadi alanlardaki düzenlemeleri oluştururken dikkate aldıklarını ifade ettikleri bir genel ilke vardır. Buna göre herhangi bir düzenlemenin benimsenebilmesi; devlete faydalı olması, halka faydası olması ve kimseye de zararlı olmaması şeklinde özetlenebilecek üç şarta bağlı idi… Allah’ın emaneti olarak gördükleri halkın her unsuruna, Müslüman olsun veya olmasın, herkese yaşama şansı verecek yegâne sistem olarak gördükleri böyle bir yapı, eğer yerleştirilebilir ve sürdürülebilirse, bunu başaran siyasi sistemin de ebedi olacağına tereddüt etmediler. Çağdaşı Avrupa’da 16. Yüzyıldan itibaren, tam da Osmanlılar kendi sistemlerinin ebedileşeceğine artık kani olarak devletlerini ‘ebed-müddet’ diye tavsife başladıkları yıllarda, tarihimizin paradokslarından biri olarak, kıta ölçeğinde giderek yaygınlaşmak üzere benimsenen kapitalizmin, hemen hemen doğar doğmaz özünü oluşturan eşitsizliklerle yol açtığı sayısız acılara rağmen muazzam bir gelişme göstererek 2-3 yüzyıl sonra herkese refah getirebilecek bir konuma gelebileceğine Osmanlılar pek ihtimal vermediler. Öyle bir ihtimali akla getiren o çağın Avrupa’sında da muhtemelen pek yoktu. Ancak Osmanlılar kehanet derecesinde bir tahminle bu ihtimalin gerçekleşebileceğine kani olsalar bile, milyonlarca fakir insana bunca acıyı yüklemeyi, Müslüman vicdanlarına herhalde sığdıramayacakları için kabul etmezlerdi, diyebiliriz. Onun için eşitlikçi yapıda karar kıldılar ve onu bütün karşı koymalara, aykırı girişimlere, zorluklara ve risklere rağmen muhafaza etmeye çalıştılar.”
2015 Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’nden Sosyal Bilimler ve Tarih alanındakine layık görülen pek muhterem Mehmet Genç Hocamın, neredeyse hayatını vakfettiği çalışmasının en genel sonucu, hulasası, yukarıda aktardığımız satırlarıdır. Osmanlı, insana, topluma, devlete, tabiata bakış ilkeleriyle uyumlu görmediği kapitalizme karşı sonuna kadar direndi. Mehmet Genç Hoca, bu gerçeği artık hepimize öğretmiş bulunuyor. Şimdi onun bıraktığı yerden devam edelim ve soralım: “Peki, Osmanlı-İslam medeniyetinin varisleri olarak bizler, modernliğin zeminini oluşturan, uluslararasılaşan ve bugün dünya sistemi düzeyine ulaşan, üretim, sermaye ve devletin birbirinden ayrışıp zıtlaştığı günümüz koşullarında kapitalizme karşı nasıl bir tavır alıyoruz, almalıyız?”
Daha liberal daha sosyalist yorumları da dinlemeye hazırım ama benim cevabım şu şekilde: Hayat; siyasi, toplumsal ve ekonomik sistemler, sürekli değişim içinde. Müslümanların şekillendirdiği bir idari sistem olarak Osmanlı, kendi yaşadığı zaman içinde, inancından ortaya çıkan prensiplerle en uygun yönetim sistemini bulmaya çalıştı. Kapitalizm-öncesi, feodal üretim biçiminin ve beylik veya imparatorluk tarzı yönetimlerin egemen olduğu zamanlara uygun Müslümanca bir tarz bulduğuna inandı ve bunu yürürlüğe koydu. Kendisine has bir sistem oluşturduğu için de Batı’da ortaya çıkan muadilini kabullenmedi, kapitalizmin ilk hallerindeki vahşiliğini prensiplerine uygun bulmadığından meydan okumasına boyun eğmedi, sonuna kadar direndi.
Bugün ise çok farklı bir yerdeyiz; kapitalizmin ve Batı tipi modernliğin belirlediği ve küresel ölçekte kurallarını, felsefesini, ideolojisini, yaşama tarzını dayattığı bir dünyada yaşıyoruz. Bizim Ali Koç gibi hem büyük kapitalist olup hem de “kapitalizme karşıyım” deme lüksümüz yok, prensiplerimiz var. Böyle bir dünyada Müslümanca yaşamanın prensipleri neyse ona göre bir yol bulmak durumundayız. İçinde yer aldığımız sistemin unsurlarını, bu prensiplere göre onaylayacak veya reddedeceğiz. Son tahlilde “bize özgü” olan ortaya çıkmış olacak. Kapitalizmin, üretim ilişkilerini ve üretici güçleri şekillendirdiği bir dünyaya topyekûn karşı çıkmak, ne gerçeklere ne de akıl ve izana uygun. Ancak kapitalizmin ve Batı tipi modernliğin her halini uygun bulmamız da akıl-dışı; eğer onları tamamen onaylıyorsak zaten bize ve inançlarımızdan kaynaklanan prensiplere de ihtiyaç yok demektir.
Kapitalist üretim biçimine, başta faize dayalı bir finans tekeline, mali oligarşiye yol açması nedeniyle Müslümanların baştan itirazı var. İtirazları kutsalı, insanı ve dayanışmayı ikinci plana alan, çıkarları adına sömürüyü, silahlanmayı ve tabiatı tahribi öne çıkaran modern bireycilik ve akılcılık karşısında daha da yükseliyor. Ekonomiyi serbest pazara bırakan ekonomi anlayışına evet ama bölüşümde adaleti sağlamaya çalışan bir “sosyal devlet” olması şartıyla. Devlet, ekonomide vatandaşlarına rakip olamaz ama refahın en geniş biçimde toplum tabanına yayılması için elinden geleni yapmak, pazara giremeyenleri, bölüşümde yeterli düzeyde pay alamayanları, güçsüz ve imkânsızları koruyup kollamak, üretilen servetin toplumun “ortak iyi”si için kullanılmasını sağlamak zorunda. Zira yoksulluk, salt ekonomik araç ve aygıtlardan yoksun olmakla sınırlı olmayıp yaratılmışların en şereflisi insanın kendisine yapılmış bir haksızlık… Dünyadaki gelir dağılımı adaletsizliğinin ve tabiata zarar vermenin ortadan kalkması için de uğraşmamız gerektiğini söylemeye bile lüzum yok!

Kaynak: Yeni Şafak

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Videolar

Yükleniyor...

Galeri

Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.15 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.20 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.35 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.58 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.34 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.45.41