Çılgın vahşetin emrinde

Artık bir de “7-8 Ekim Olayları”mız var, senelerce neden ve nasıl olduğunu, sorumlularını konuşacağımız. Son günü zehir edilen bayram… İnsanın kan dökücü zalimliğinden sergilenen örneklerle utancımızın üzüntümüzü geçtiği saatler. Bu topraklarda misali pek az olan yağma ve talanın sıradanlaştığı zaman dilimi. Bayrak, büst gibi simgelerin üzerinde yoğunlaşan hınç çıkartma ayinleri. Her çılgın vahşete mutlaka eşlik eden yakmaların Kızılay ve AFAD araçlarını, resmi binaları, okulları ve hatta âlimlerin hatırasını, Bediuzzaman külliyesini tutuşturması…

Yaşananlar, siyasi vahşet tarihimizin başköşesine yerleşti. Akıl, izan sahibi herkes, nedenleri üzerine düşünmeli; sorumlular hesap vermelidir. Şimdilik siyasi ve stratejik analizlerin toz dumanından göz gözü görmüyor; derindeki sosyopsikolojiye kimse dönüp bakmıyor ama bakmalıyız. Tarihin üzerimize yıktığı bu zilletin ağırlığından kurtulabilmek, tekrarlarına izin vermemek için bakmaya ve görmeye mecburuz.

Toplum, biz psikiyatri hekimlerini, gerçekten müthiş bir güçle donatıyor bazen. Elimizde, bir tamircinin çekici gibi, bazı tanı kategorileri var ya, bunlar sayesinde, kişilerin ve toplumların düşünce ve davranışlarında “sağlıklı” ve “hastalıklı” yanlar arasındaki ayrımları hemen yapıvereceğimiz varsayılıyor. Keşke yapabilseydik ama bu imkânsız ve zaten doğru da değil. Yaklaşımlarımız “birey” odaklı; uzmanlığımız daha ziyade bireylerin psikolojik sorunları üzerine. Akıllara durgunluk verecek kadar saçma görünen kitlesel eylemlerin veya inançların psikolojik sağlıkla ilgili bir boyutu olduğu kesin ama psikiyatri hekimi olarak olayları enine boyuna açıklayabilecek kapasiteden mahrumuz. Üstelik söyleyeceklerimizin kişisel görüş ve yargılarımızla karışma ve indirgemecilik tuzağına düşme ihtimali çok fazla.

Toplulukların davranışlarını değerlendirirken sosyoloji, siyasetbilim, felsefi antropoloji, sosyal psikoloji ve onun alt-dalı olarak kurulmaya çalışılan politik psikoloji ve kısmen de sosyal psikiyatrinin ve grup analizinin farklı yönlerden bakışlarına ihtiyacımız var. Bu nedenle çoğu zaman toplumsal olayları değerlendirmede bu farklı bakışları adeta kendi zihin dünyasında bir araya getirebilmiş düşünürlerin görüşleri öne çıkıyor ve değer kazanıyor. Etyen Mahcupyan, ülkemizin düşünce çölünde ender rastlanan vahalarından bir tanesi. 7-8 Ekim Olayları hakkındaki tespitleri de çok önemliydi.

Mahcupyan”a göre, Kürt siyasi hareketi, ebeveyninin gözüne baka baka yapmaması gereken şeyleri yapan ve her seferinde biraz daha fazlasını yapabilmenin yollarını arayan bir çocuksulukta. Kobani”nin IŞİD saldırısı sonucu düşme ihtimali, PKK içinde ve çeperinde yer alan siyaseten olgunlaşmamış enerjinin bir kez daha açığa çıkmasına neden oldu. Fikirsel bir arka plana sahip olmayan gençler, vandalizm ve talanı “siyaset” olarak yaşıyorlar. “Ortada ötekine yönelik öfkeyi bir duygudaşlık zemini haline getiren ve eylem içinde kendisini kimlikleştiren bir yığın dinamiği var.”

Mahcupyan, bu dinamiğe siyasi/ideolojik ve kimliksel/psikolojik iki etkenin can suyu verdiği kanaatinde. Etkenlerden birincisi, yıllarca kendi bağımsız ülkelerinin kurulacağı hayaliyle beslenen genç kuşakların, çözüm süreciyle birlikte, tam olarak algılayamadıkları bir “çözüme” razı olmak zorunda kalmaları. Sürekli ayrılıkçı bir ruh halinin pompalandığı, daha radikal olanın, ölü veren ailelerin yüceltilip durduğu bir sistemde gençlerin “uca gitme” dürtüsünü engellemek neredeyse imkânsız. “PKK özellikle Kandil dışında, kendi hegemonyasını örgüt içinde de yürütebilmek amacıyla bu kesimden yararlandı. Ne bilgi, ne deneyim, ne de akıl olarak yeterli seviyelerde oldukları söylenemeyecek yığınla genç insan çok erken yaşlarda otorite sahibi oldular ve hiyerarşik güçlerini kolayca öznelleştirip gündelik hayatın parçası kıldılar.” Oysa çözüm için çok daha olgunlaşmış seviyede bir iletişim, yeni bir yapılanma, yönetim kurgusu, sürece damgasını vurmalıydı. Bu yok…

Mahcupyan, dinamiğe can suyu veren ikinci etkeni, Rojava”nın gerçeküstü ve neredeyse zaman dışı bir metafor olarak kullanılmasında arıyor. Kürt yüzyılının doğum anı olarak yüceltilen Rojava metaforunun Kürt hareketine bir moral üstünlük sağlamakla birlikte siyaseten çok kırılgan bir hale getirdiğini düşünüyor. Rojava mitolojisiyle beslenen gençler, Mahcupyan”a göre Türkiye”nin IŞİD”e yardım ettiği söylemine gerçek olup olmadığına bakma gereği bile duymadan inandılar. Çünkü aslında öyle olmasını, Türkiye”nin bir biçimde cezalandırılmasını istiyorlardı.

Bu iki etken birleşerek kişiliğini oluşturamadan kimlikleşen genç Kürt kuşaklarını mobilize edebilecek bir zemin haline geldi. Ama bir yandan da örgütün ortak aklını buharlaşma tehlikesiyle karşı karşıya getirdi.

Biz de çözüm için “olgun ebeveyn davranışına, uzun vadeli perspektife” ihtiyaç var diyen bu önemli görüşleri köşemize getirdik. Sonraki yazıda olaylara psikolojiden bakışımızı sunacağız.

Kaynak: Yeni Şafak

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Videolar

Yükleniyor...

Galeri

Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.15 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.20 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.35 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.58 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.34 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.45.41