Psikoloji ve psikopatoloji ile düşünürler ve düşünceler yargılanamaz; cinayet çıkar

Psikoloji ve psikopatoloji ile düşünürler ve düşünceler yargılanamaz; cinayet çıkar

Bazı temel kavramlar arasındaki ayrım noktalarını yeterince netleştiremeden, filozofların kişilikleri, psikolojik yapıları hakkındaki söz dağarcığımız, her zaman filozoflara atılacak bir çamur olma potansiyeli taşıyacaktır. Kişilikleri ve psikolojik yapıları gerekçe gösterilerek filozoflara ve düşüncelerine çamur atılmasının önüne geçmeye çalışacağımız bu yazıda, görüşlerimizi iki ana teze dayandıracağız. Bunlardan birincisi, birçok çalışmamızda yinelediğimiz gibi “ideoloji”, “bilim”, “felsefe”, “sanat” ve “dini düşünce”nin insan zihninin farklı ve birbirinin yerine konulamaz etkinlikleri olduklarıdır. Diğer tezimiz ise, insanın kişiliği ve psikolojik yapısıyla bu zihinsel etkinlikleri arasında her zaman birebir bir ilişki kurulamayacağıdır.  Elbette bu tezlerin her birisi üzerinde ayrıntılı değerlendirmeler yapılabilir fakat biz burada, yalnızca filozofları savunma amacımız için yeterli olacak kadarıyla kendimiz sınırlayacağız. 

Felsefi bakışımın henüz oluşmaya başladığı, psikoloji ve psikiyatriyle bir tıp öğrencisi olarak ilgilendiğim yıllarda, amprisist-pozitivizmin çağdaş mirasçılarından Hans Reichenbach’ın felsefenin yegâne görevinin bilimin önündeki yolu açmak olduğunu öne süren, bunun dışındaki felsefi uğraşların, Freud’a dayanarak, felsefecilerin psikolojilerindeki saplantılı “kesinlik arayışı”ndan kaynaklandığını iddia eden meşhur teziyle karşılaştım. Reichenbach, neredeyse felsefe tarihinin tamamını, minyatürleştirilmiş bir Freud bilgisiyle (ki hala neler çekiyoruz onlardan) bir çırpıda tarihin çöplüğüne atmaktan çekinmiyordu.

Her zaman Reichenbach’ın bu hatalı kurulduğunun sezdiğim pozitivist meydan okumasına karşı bir cevap vermeye çalıştım; hep Reichenbach’a karşı filozofları savunmam gerektiğini hissettim. Çünkü filozoflara çok şey borçluydum. Görüşlerimin çoğu, psikopatoloji konusunda en çok üzerlerinde durulan bir dönem Nazilerle birlikte hareket eden ve karmaşık bir dille yazan Martin Heidegger’in ve mustarip olduğu “iki uçlu duygudurum bozukluğu” ataklarından birinde karısını boğarak öldüren Marksist filozof Louis Althusser’in düşüncelerinden yoğun biçimde etkilenmişti. Bu borçluluk ve minnet duygusuyla uzun zaman filozofları psikolojilerinden vurmaya çalışan girişimlere karşı bir şeyler yapmaya çalıştım.  Ancak gerçek cevabım, “bilim”, “felsefe” gibi insanın zihinsel etkinlikleri ve “insanın psikolojisi” konusunda zihnimde bir netlik oluştuğu zamandan itibaren çıkabildi.

Bugün artık gerek felsefi bakışımızın netleşmesi gerek mesleki alanda kat ettiğimiz yol sayesinde, Reichenbach’ta somutlaşan filozofun psikolojisini gerekçe göstererek felsefi düşünceyi itibardan düşüren bakışın sığlığını ortaya koyabildiğimizi sanıyoruz. Bir süreden beri açıkça görüyor ve çeşitli zeminlerde ifade etmeye çalışıyoruz ki, insanın zihinsel etkinlikleri, bireyin psikolojisinin dalga boyuna göre işlemesine rağmen, ondan özerk bir niteliğe sahiptir. Nasıl Van Gogh’un resim dehasıyla onun ruhsal rahatsızlığı arasında doğrudan bir bağ kuramazsak, kişilik özellikleri ve psikolojik güdülenimlerinden yola çıkarak kimsenin zihinsel etkinliğini yargılayamayız. Psikoloji ve psikiyatri konusundaki herhangi bir mesleksel belge, bize asla böyle bir yetki sağlayamazdı; sağladığını iddia ettiğimizde, bu tutum, mesleğin kötüye kullanımından başka bir anlam taşımayacaktır.

Bu yazıda, insanın zihinsel etkinliklerine karşı, psikolojiden ve psikiyatriden kaynaklanan ve artık uğraşmaktan bıktığımız, kasaplıkları, mesleksel kötüye kullanımları önleme girişimlerinden bir yenisine daha girişeceğiz.

Epistemolojide deneycilikten yana karar kılmış, bilimsel yöntemin gelişmesi konusunda kendilerine çok şey borçlu olduğumuz pozitivist filozofların, bu arada Reichenbach’ın kişilikleri ve psikolojik yapıları hakkında yeterince bilgi sahibi değilim. Eğer yeterli bilgiyi edinecek zamanımız ve enerjimiz olsaydı, bu filozofların düşünceleriyle kişilikleri ve psikolojik yapıları arasında oldukça eğlenceli, epeyce de ikna edici bağlantılar kurabilirdik. Onlara verilebilecek en iyi cevap bu olurdu. Maalesef cehaletimiz yüzünden, sizi böyle bir keyiften mahrum bırakacağız.

Ama elimizde öyle bir belge var ki, hangi ekolünden olursa olsun bir pozitivist felsefecinin, pozitivist olmayan felsefelere karşı çıkarken, filozofların psikolojilerine gönderme yapmalarına ve onların felsefelerini psikolojik sorunlarını gerekçe göstererek sözümona alt ettiklerini sanmalarına gülüp geçmemize imkân verecek. Görelim:

Günümüzün bilimsel yönteminin kurucu babalarından olan deneyci filozof Francis Bacon, düşünür olmasının yanısıra bir devlet adamıydı. Kral I. James zamanında Adalet Bakanlığı’na kadar yükselmişti. Bu mevkiden, yargılama görevi üstlendiği bazı davalarla ilgili olarak rüşvet aldığı için uzaklaştırılmıştı. Bu suçlama hakkındaki savunması ilginçtir: Rüşvet aldığını kabul etmiş, ancak bunun kendi kararlarını hiçbir şekilde etkilemediğini ileri sürmüştü (Alan Musgrave, “Sağduyu, Bilim ve Kuşkuculuk”, 1997:s.74). Bacon, ne kadar haklıydı bilinmez ama bu olayla birlikte birçok tartışmaya ve bu arada bugün tartışmakta olduğumuz “filozofların psikolojisi” tartışmasına bir kapı açmış olduğu ortadadır.

Şimdi ben “Bacon vakası”ndan yola çıkarak, pozitivist gelenekten tüm filozofların iflah olmaz toplum ve değer karşıtı kişilik yapılarından, pozitivist teorinin aslında böyle bir karakterin doğal sonucu olarak ortaya çıktığından bahsetme hakkına sahip miyim?

Kesinlikle hayır.

Ama eğer Reichenbach’ın tilmizlerinden birisi çıkıp pozitivist olmayan felsefecilerin düşüncelerini, işe yaramaz kişilik özellikleri ve psikolojik yapılarıyla halletmeye kalkarsa, ona hep bu “Bacon vakası”nı hatırlatacağız ve tartışma uzarsa benzer örnekler sunmaya devam edeceğiz. Yine de bir sonuç alamazsak, bu kez Einstein’ın fobilerinden başlayarak güvenilir bilimcilerin psikolojilerini ele alacağız; Nietzsche’nin bilimcilerin dekadansıyla ilgili olarak söylediği karşı çıkılmaz muhteşemlikteki ifadelerine yer vereceğiz!… Hala bir yatışma sağlayamazsak pozitivist filozofların kişilikleri ve psikolojik yapılarıyla ilgili, sözünü ettiğimiz araştırmaya girişeceğiz!…

“Filozofların psikolojisi” sorunu, oldukça çetrefillidir; bizi bekleyen indirgemecilik, bilimsel böbürlenmecilik tuzaklarına karşı yeterli donanımımız yoksa faydadan çok zarar getirecek kadar çetrefillidir. Elbette sanatçıların, siyasetçilerin, filozofların ve bilimcilerin psikolojilerinden söz edebiliriz ama yalnızca tikel olgulardan ve yalnızca tek tek bireylerin psikolojilerinden bahsettiğimizin bilinciyle hareket ederek, genellemelerden özenle kaçınarak… (Örneğin Leibnitz’in özgürlüğün imkan dahilinde oldyuğuna inanan iyimser monadolojisiyle, Freud’un içgüdüsel tuzaklara kurban giden kötümser dünya görüşlerinin onların psikolojileriyle ilişkilerini ortaya sermeye çalışmak, ilginç ve oldukça verimli sonuçlar verebilir.) 

Aksi takdirde düşünceyi sözümona psikolojik kaynakları gibi bir gerekçeyle mahkûm etmeye kalkarsak, düşüncenin ve hakikat yolunun zor ve erdemli yürüyüşünden vazgeçmiş, popülaritenin, sıradanlığın cazibesine yenilmiş oluruz. Tıpkı üç kuruşluk psikoloji ve psikopatoloji bilgileriyle tanımadıkları insanların ruhsal durumları hakkında fetva verip duran; bir forvet oyuncusunun gol konusunda gösterdiği beceriksizliklerin psikolojik kaynaklarını (!) bile bir bakışta anlayan, yığınlara şirin gözükmek için satranç oynayanların gizli eşcinselliklerinden, eşcinsellerin yaratıcılıklarından ve bunun gibi birçok ipe sapa gelmez ama popüler konudan dem vuran şarlatanlar gibi…

Şarlatanlarla her zaman baş edebilir, olmadı onları kahrolası şarlatanlıklarıyla baş başa bırakıp oradan hızla ayrılabiliriz.  Peki, ama ya psikoloji ve psikiyatrinin içindeki “allameler”e ne demeli? Heidegger’e karşı tek çare olarak psikopatolojinin faşizan narsisizmine sığınarak şu sözleri sarf eden Jung gibi “şöhretler” karşısında ne yapmalı?

“Heidegger, bilinçsiz öznel önyargılarla diken diken olmuştur, şişirilmiş bir dilin arkasına boş yere gizlenmeye çalışır… Yalnızca psikoterapi ile ilgili bir seminere katıl, bu dilin nerelerde işitilebileceğini öğreneceksin…

Heidegger’in felsefe yapma şekli, baştan sona nörotiktir ve nihayetinde onun ruhsal çarpıklığından köken alır. Uzaktan ya da yakından akrabaları tımarhaneleri mesken edinmiştir; felsefi bir öfke üzerine kimileri hasta, kimileri psikoterapist olarak. Tüm yanlışlarına karşın 19. Yüzyıl, Heidegger’in onun son temsilcisi sayılmasından daha iyisini hak eder. Dahası, tüm bu entelektüel sapıklık, bir Alman ulusal sorunudur… Tüm eleştirel çözümlemesine karşın felsefe, henüz psikopatların kökünü kazımayı başaramadı. Psikiyatrik tanıyı niçin koyarız? O zırıltıcı Kierkegaard da bu bölüme ait. Felsefe henüz insanlar tarafından yapıldığını ve korkutucu bir düzeye dek onların psikolojik yapılarına bağımlı olduğunu öğrenmek zorundadır. Geleceğin eleştirel felsefesinde “Felsefenin Psikopatolojisi” üzerine bir bölüm olacaktır. Hegel, kendini beğenmişlik ve küstahlık ile patlamaya uygundur; Nietzsche’nin çiğnenmiş cinselliği damla damla akar vs… Düşünme olarak düşünme yoktur; düşünme olarak düşünme kimi zaman bilinçdışı şeytanların lazımlığıdır… Çoğu kez neyin düşünüldüğü, onu kimin düşündüğünden daha az önemlidir. Nevroz, her felsefeciyi çürütür çünkü felsefeci kendisiyle geçimsizdir. Böyle durumlarda felsefe, filozofun kendi güvensizliğine ve belirsizliğine karşı sistemli hale getirilmiş bir kavgadan başka bir şey değildir.

Bu sövgüleri bağışlayın! Bunlar benim hijyenik eğilimlerimden çıkıyorlar, çünkü birçok genç kafaya Heidegger’in bulaştığını görmekten nefret ediyorum”  (aktaran Walter Kaufman, “İnsanı Anlamak”,  1997:s.192). 

Peh, pehh!!! Jung gibi psikoloji ve psikopatoloji şöhretlerine bırakılsaydı eğer elimizde düşünce tarihi diye bir şey kalmazdı. O halde bırakmamak, düşünceyi psikolojinin ve psikopatolojinin hadlerini bilmeyen şöhretlerinden de korumak gerekir.  Doğru mu yanlış mı tartışılır; Freud, bize tek tek sanatçıların, düşünürlerin ruhsal durumları hakkında psikanalitik bir bilgi sunmuş ama bu bilgiyi asla onların zihinsel etkinliklerini karalamak için kullanmamıştır. Sanıyorum izlememiz gereken doğru yol budur.

Kaynak: Muhit Dergisi, Eylül 2022

Not: Bu yazının bir versiyonu, yazarın “Psikiyatri ve Düşünce Dünyası Arasında Geçişler” kitabında bulunmaktadır.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Videolar

Yükleniyor...

Galeri

Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.15 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.20 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.35 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.58 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.34 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.45.41