‘Zenginlik, lüks, israf’

Pek kıymetli Hayrettin Karaman Hocam, 2015 sonunda “Zenginlik, lüks ve israf” başlıklı yazısında kendisine yöneltilen şu soruyu köşesine taşıdı: “Eşim (karım), bahçeli ve havuzlu büyük bir ev almam için ısrar ediyor, ben ise böyle fazlalıkların, lüks eklentilerin bulunmadığı mesela üç artı birlik bir dairede oturalım diyorum. Ne yapmam gerekiyor. Eşimi zühde (dünyadan asgari nasiplenmeye) zorlayamam, ama eşim olduğu için beraber yaşamak durumundayım. Onun zühdü kabul etmemesi boşamayı meşru kılmıyor, fakat ben de dünyaya dalıp yaşamak istemiyorum; ne yapmalıyım? Onun istediği bir evi satın alsam sevap mı günah mı kazanırım? Ben başımızı örten bir çatıya razıyım, onun dediğini yaparsam ‘Güzellikleri dünyada tüketip gidenler, ahrete bir şey bırakmayanlar’ sınıfına girer miyim?”
Hocamız, fevkalade güzel bir cevapla, çelişik gibi görünen durumlara açıklık getirdi, hepimizi aydınlattı. Sözlerini şöyle bitirdi:
“Dünya malı, ikbali, refahı ve lüksü bir müminin hedefi olursa, bunları edinmeyi hayatının amacı kılarsa, bunlarla övünür, çoğaltmak için gece gündüz didinirse, bu, dinin maksadına ve Allah’ın rızasına uygun olmaz. Amacı ve hedefi Allah rızası olan bir mümine Allah zenginlik verirse, bu zenginliğin sosyal yükümlülüğünü yerine getirirse; bina, giyim kuşam, binek vb. şeylerde güzellik ve kalite tercihi sakıncalı da olmaz, kişinin durumuna, zaman ve mekân şartlarına göre israf da olmaz (İsraf görecelidir)… Dünyada açlıktan ölenler var iken milyonlarca liralık mücevherat ile süslenen, saray gibi evlerde lüks ve israf içinde yaşayan müminlerden, yalnızca zekâtlarını ödediler diye bu aç ve açıkların hesabı sorulmaz demek kolay değildir.”
İlminden endişe etmediğim, fıkhi meselelerde benim için tartışılmaz otorite olan Karaman Hocamız, “İslam ve zenginlik” başlıklı bir başka yazısında da şu sorulara cevap arıyordu: “İslam’ın hedeflediği sosyal düzen içinde zenginler ve yoksullar, efendiler ve köleler, işverenler ve işçiler olabilir mi? İslam özel mülkiyete bir sınır koymuş mudur? Müslümanlar tüketirken serbest midirler, yoksa sınırları var mıdır?”
Cevabı, en özet haliyle şu şekildeydi:
“Birçok İslam düşünür ve âliminin tekrarladığı gibi İslam’dan çıkarılabilecek düzen kapitalizm, komünizm ve sosyalizm olamaz. Burada bir üçüncü (mevcutlardan farklı) düzen bahis mevzuudur… İslam, üretim araçlarını da içine alan özel mülkiyete ve bir çeşit pazar ekonomisine (Medine pazarı) yer vermiş, özel kesimin servetine sınır getirmemiş olmakla beraber yoksulluk ve sosyal adaletsizlik problemine aşağıdaki tedbirlerle çare üretmiştir.” İnsan unsurunun ıslahı, insan hayatında dinden arındırılmış bir alan bırakılmaması, ilk sayılan tedbirlerdi. Sonra, İslam imanında mülkün gerçek sahibinin Allah olması, çalışanların hakkının verilmesi gerektiği ve kul hakkının önemi, yoksullara ve mahrumlara yardım etmenin farz olması ve vakıf geleneği, faizin haram kılınması, Müslüman zenginin servetini istediği gibi kullanması ve tüketmesinin mümkün olmaması, din, vicdan ve devletin müdahaleleri ve sınırlamalarının bulunması sıralanıyordu.
Bu cevaplar, fıkhi açıdan gayet yerli yerindedir. Bırakın itiraz etmeyi, her Müslüman’ın bilmesi ve uyması gereken umdeler üstüne oturtulmuştur. Ama yaşanan hayatın gerçeklerine ve karmaşıklığına bakıldığında, bu cevapların sorulan soruları tamamen tüketemediği, fıkıh dışından da söz söylenmesini icap ettiren, hatta mecbur kılan hususların bulunduğunu da kimse inkârdan gelemez. Bu sorular cevaplanırken mutlaka ekonomi, sosyoloji, psikoloji, antropoloji dahası tarih ve felsefe alanından da katkılara ihtiyaç vardır. O katkılar olmadığı, tüm hayatı kuşatan sağlam bilimsel bilgi zihinlerde bu fıkhi bilgiye eşlik etmediği sürece yıkıcı nefsani arzular, kendilerine mutlaka sızmak için bir yer bulacaklardır. Hukuki bilginin mazgalları nispeten geniştir, diğer bilgilerle desteklenmezse sızma, kitabına uydurma çok kolay olur. Biz “İslam insanı” beklerken bir de bakarız ki, “ibadetlerimi yerine getiriyorum, açıkça yasaklanmayan her alanda en etkin biçimde yer almaktan da geri durmuyorum, var mı itirazı olan!” anlayışı hâkim hale gelir. Galiba bugün olan, biraz da bu…
Müslümanların dünya hayatındaki insana yakışmayan hallere itiraz etmeleri, İslam’ın hâkimiyetinde (İslami düzende) bunların olmayacağını söylemeleri direnci ve umudu artırıyor. Burası tamam ama söz konusu İslami düzenin nerede ve nasıl yürürlükte olduğu sorulduğunda başımızı öne eğdiğimiz de bir gerçek. Vahim olan; İslam’ın her derde çare olarak gösterildiği ama somut bir örnekle resmedilemediği mevcut durumda bu söylemin, aynı zamanda olumsuz nefsaniyeti meşrulaştırma işine yaraması… Zenginlik, lüks ve israf gibi konularda dillerde kulağa hoş gelen sözler ama davranışlarda düzenin en berbat hallerinin paylaşılması… Bu açmazı çözmenin tek yolu, İslami bilgi gövdesini fıkhın ötesine taşıyarak felsefeye ve tüm beşeri bilimlere genişletmek, sorunları ve nedenlerini ortaya koymak, uyarıyı ve eleştirelliği olağan hale getirmek…

Kaynak: Yeni Şafak

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Videolar

Yükleniyor...

Galeri

Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.15 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.20 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.35 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.58 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.34 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.45.41