Kesinlik arayışı ve kesin inançlılar
Keşke ülkemizdeki ve diğer Müslüman coğrafyalardaki fanatizm üzerine yazılmış neşriyatı temel alarak sürdürebilseydik tartışmayı. Ama ne yeterli kaynağımız ne de sağduyulu bir tartışma geleneğimiz var. Elimizden Batı’daki tartışmayı aktarmaktan, bunlar üzerine fikir yürütmekten ve meraklısının buradan kendimize özgü sonuçlar çıkarmasını arzulamaktan başka bir şey gelmiyor.
“Amerikalı liman işçisi ve amatör filozof Eric Hoffer, 1951 yılında, içinde gerçek inananın özelliklerini keskin ve derinlemesine bir biçimde çizen ‘Kesin İnançlılar’ adlı küçük bir kitap yayımladı”… Bu ifade, bir süredir üzerinde önemle durduğumuz Peter L. Berger ve Anton C. Zijderveld’in “Şüpheye Övgü” kitabından bir alıntı. Ne kadar karışık ve ne kadar anlaşılır değil mi?… Karışık çünkü sağlıklı ve sağlıksız inancın ne olduğunu berrak biçimde ortaya koymadan bu ifadeleri bir anda kavramak imkânsız. Anlaşılır çünkü mutedil, vasat inananlardan farklı, inancında aşırı gitmiş insanlar olduğunu hepimiz biliyoruz bu pasajda onlardan bahsedildiğini hissi kablel vuku düzeyinde de olsa hemen hissediyoruz.
Hoffer’ın yayınlandığı tarihten bu yana dünyada en çok satanlar arasında bulunan kitabının İngilizce adında da var bu karışıklık. Dilimize tam olarak “Hakiki İnananlar” diye çevirebiliriz “The True Belivers” sözünü. “Hakiki İnanan” sözü işi daha da karışık hale getiriyor. Çünkü “hakiki inanan” sözü, var olan gerçeği değil, fanatiklerin kendilerini öyle gördüklerini anlatmaya çalışıyor. Bu yüzden olsa gerek çevirmen Erkıl Günur, “Kesin İnançlılar” diye çevirmeyi yeğlemiş. Haklı ama onun çevirisi de karışıklığı çözmeye yetmiyor aslında. Bu yazıda müsaade ederseniz bu sorunun nedeni çerçevesinde bazı fikirler öne süreceğim.
İlk önce eskilerin ve biz modernlerin “inanma biçimleri” arasındaki farka odaklanalım. Fanatizmin esasen modern zamanlarda ortaya çıkan bir durum olduğunu göstermeye çalışalım.
Bizim ünlü meslektaşımız, Anti-Psikiyatri akımının kurucusu R. D. Laing, geleneksel, kadim dünya insanı ile modern insanın inanç durumları arasındaki farkı anlatabilmek için “eskiler iman ederlerdi, biz ise inanıyoruz” manasında bir ifade kullanıyor. İnanma ile ilgili ayrımları dile getirmekte güçlük çekme sorunumuzun kaynağı, tam da burada yani modernlikle birlikte ortaya çıkan anlam kaymalarında. Eskiler inanmanın içine doğarlar, hava almak, su içmek, uyumak gibi tabii ve olağan bir durum olarak yaşarlardı. Şüphesiz “dinde ileri gitmek” olarak ifade edilen haller her zaman olduğu gibi o zamanlarda da vardı ama onların halleri dahi bugünün fanatik, kesin inançlılarından farklılık gösteriyordu.
Hoffer, fanatizm demenin daha uygun olduğu kesin inançlılığı, dini, toplumsal ve milliyetçi ideolojik kitle hareketleri bağlamında ele alıyor, bunların ortak yönlerini vurgulamaya çalışıyordu. Berger ve Zijderveld, onun bıraktığı yerden alarak modern dönemdeki -izmlerin pek çoğunun fanatik inanma biçimleri oluşturduğunu söylüyorlar. Onlara göre Voltaire, dine karşı “bağnazlığı yok edin!” diye çağrı yapmıştı ama Aydınlanma kendi fanatizmini üretti ve “kadim rejimin vahşetini fazlasıyla aşan bir terör” başlattı. Bugün bilimin ve teknolojinin gücüne hiç şüpheye yer bırakmadan aşırı şekilde inanan bilimperestlik de bir başka seküler fanatizm örneği… “Darwin’in evrim teorisinden ilham alan İngiliz bilim insanı Richard Dawkins’ın, dini olan her şeye karşı şiddetli mücadelesi”, genetikteki insanın özgür seçimine yer bırakmayan anlayışların Hıristiyanlıktaki modern fundamentalizmden bir farkları yok… Bunların kökeninde de modernlikle birlikte somut ve kesin olana inanma tarzındaki arayışın ortaya çıkması bulunuyor.
“Kesinlik arayışı”, modernliğin alâmetifarikası… Kaynağı ise 30 Yıl Savaşlarında somutlaşan politik, sosyal ve teolojik kaos olarak görülüyor. Mezhep kavgalarından, yıkım ve kargaşadan yorulan Batı’da güven ve istikrar ihtiyacı, kesinlik arayışını doğurdu deniyor. Galileo, Descartes ve Bacon tarafından yön verilen bilimsel devrim, kesinlik arayışının ilk sonucu… Böylece âlem, matematik yasalara göre işleyen mekanik bir sisteme dönüşüyor. Organik, canlı, hiyerarşik ve manevi bir âlem anlayışı kayboluyor. Mekanik ve yasalara göre işleyen tabiatın, parçalarının nasıl düzenlendiğine ve hareket ettiğine bakılarak açıklanabileceği düşünülüyor. Tabiatın dilini okuyarak kesin bir matematik formülasyonu geliştirdiğini söyleyen Galileo’nun öldüğü yıl Newton doğuyor. Sadece modern bilimden değil tüm bilgiden kesinlik bekleniyor. Tabiatta, hayatta ve dilde belirsizliğe tahammül edilemiyor.
Niye Müslümanları, “Müslümanlardan da Müslüman”lık taslayan DAEŞ ve benzerlerinden ayırt etmek için “mutedil” sıfatı eklemeye giderek daha fazla ihtiyaç duyuyoruz anlamaya yardımcı olabilir mi bu bilgiler?