Liberal
Geçenlerde Liberal Düşünce Topluluğu”nun düzenlediği kongredeydim. Çok önemli müzakereler, saygı sınırları aşılmadan, ölçülülük, anlayış ve verimlilik içinde sürdürüldü. “Birey-cemaat-demokrasi” başlıklı oturumda ben de bir bildiri sundum. Konuşmamı, Etyen Mahcupyan”ın 6-8 Ekim Olayları için yaptığı analizdeki bir tespitten yola çıkan bir tema etrafında geliştirmeye çalıştım.
Mahcupyan, 6-8 Ekim Olayları”nda, bizim deyimimizle “çılgın bir vahşet” sergileyen PKK taraftarlarının tutumlarını, çok yönlü bir biçimde analiz etmeye çalışıyor, analizinin bir noktasında da gençlerin kişilik kazanmadan kimlik sahibi olmalarını, vandalizmin ve şiddetin nedenleri arasına koyuyordu. Kimlik ve kişilik arasında ancak meslekten kimselerin yapabileceği bu ince ayrım, gerçekten çok önemli… Bu ayrım üzerinden konuşmak, “birey-cemaat-demokrasi” başlıklı bir sunumda, mesleki bilgi ve tecrübelerimi aktarabilmek için bana da oldukça uygun geldi ve o noktadan ilerledim.
Mahcupyan, tam öyle mi düşünüyor bilemiyorum ama şiddetten arındırılmış ideal bir demokratik toplum tasavvurunda, sağlıklı bir kimlik ve kişilik gelişiminin çoğunlukta olması gerektiği fikri, bana aykırı değil. Böyle bir yaklaşımı savunmak, ille de toplum mühendisliğine denk gelmez. Dahası, demokrasiyi, çoğunluğun dediğinin olması şeklinde anlamıyorum. Hukuk ve adaletin hakiki manada tesisi için en iyi yöntemi sunması nedeniyle demokrasiden yanayım. Demokrasinin ve demokratik ortamın da demokratların ve vatandaşların bakımına, özen ve korumasına ihtiyacı olduğu kanaatindeyim. Kimlik ve kişilik gelişimi hakkında psikolojik bilimlerden üretilen bilginin, cemaat-demokrasi bağlantılarına dair fikriyatımıza yeni ufuklar kazandırabileceğini düşünüyorum.
İzin verirseniz, bu pek mühim, cemaat-demokrasi ilişkisini kimlik ve kişilik gelişimi bağlamında ele alma işini sonraki yazıya bırakalım. Kongreyi vesile kılarak, düzenleyicisi liberal dostlarımız ve birlikte yapabileceklerimiz hakkında konuşalım.
Liberalizmi ve liberal düşünceyi topyekûn ve tek bir çizgide ele almak mümkün değil. Karşımıza devasa bir düşünce ve anlayış çeşitliliği çıkıyor. Bu akımın içinde, kendimizi yakın hissedebileceğimiz düşünceler olduğu gibi, özellikle bireyciliği doruğa vardıran, demokrasi düşmanı abuk sabukluklar da bulunuyor. Tarihsel olarak kapitalizm ve burjuva demokrasisiyle at başı yol alan liberal düşünce aracılığıyla, sosyalist olmayan Batı dünyasının kendisini meşrulaştırdığını söyleyebiliriz. Günümüzün en gözde değerleri olan insan hakları ve demokrasinin esasen liberal düşünceye dayandığı tezi de kolayca kabul edilebilir.
Bakmayın, birilerinin çağdaşlık adına yaptıkları afra tafraya, Müslüman bir toplumun Batı”ya açılan gerçek penceresi ve irtibat noktası, liberalizm ve liberal düşünce. Batı”yla (elbette aynılaşmadan) yol almak istiyorsanız, ekonomi ve siyasette liberal anlayışla dirsek temasınızın olması şart. Ülke olarak bizim de, özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında bu dirsek temasımız hep oldu ama buna rağmen liberal düşünce, ülkemize pek geç geldi. Bizatihi liberal düşünceyi ise 12 Eylül sonrası ve Özal”ın yaptığı değişim ortamında ancak konuşmaya başlayabildik.
Marksizm ve İslamcılığa kıyasla liberal fikirlerin bu gecikmişliğinde baş sorumlu, vesayet sisteminin ve resmi ideolojinin gücüydü. Ki o güç, daha sonradan liberallerin “liboş”laştırılarak itibar kaybetmelerine, 28 Şubat Darbesi”ne ve Çiller-Yılmaz-Ecevitli kayıp yıllara da neden oldu.
Ak Parti iktidarları, demokrasiyi evrensel normlara çekmeye çalışırken, liberal düşünceye de iade-i itibar sağlayan bir ortam hazırladı. Çoğu liberal, Ak Parti”nin dünyayla birlikte yürüme ve demokratik dönüşüm projesine başlangıçta destek verdi. Ama ne ki, Müslüman bir toplumda, güçlü bir İslami gelenek içinde ve İslamcılığın temel aktörleri arasında olduğu bir düşünce atmosferinde yaşıyorduk. Gelenek, demokrasi ve liberalizm tartışmasının günün birinde kapımızı çalması kaçınılmazdı. Çaldı da; lakin biz bu tartışmayı, hiçbir zaman yeterince iyi yapamadık. Son yıllarda siyasi tavır mecburiyetleri yüzünden iyice rafa kaldırdık. Üstüne üstlük, liberaller gerilime dayanamayıp bölündü. Demokrasiyi ve vesayet sistemine karşı mücadeleyi esas alan çoğunluk bir tarafa, hep gelenek karşıtlığından beslenen, insan ve birey deyince hep Batılıyı ve tek bir yaşam tarzını anlamış olanlar diğer tarafa…
Geldik bugüne. Kendimize, düşünce çizgimize, Müslüman, demokrat, İslamcı vs. ne ad verirsek verelim, insan hakları ve demokrasi kavramlarını önemseyenlerin güçlerini birleştirmeleri ve birbirleriyle daha çok konuşmaları, birbirlerini anlamaya çalışmaları gerekiyor.
Kaynak: Yeni Şafak