Milletin uzun yürüyüşü
eden sağlığının en iyi tanımlarından birisi, çok sade, çok basit… Sağlık, insanın bedenini hissetmemesidir. Aynı tanımı tersine çevirip hastalık hali, insanın bedenini hissetmesidir diyebiliriz.
Hayatımızı yaşayıp giderken, bedenimizin çalışmasından haberdar değiliz. Bir bedenimiz olduğunu ve ona ait çeşitli sistemlerin, organların, doku ve hücrelerin inanılmaz bir harmoniyle çalıştığını biliriz ama bu muazzam yapının çalışmasını hissetmeyiz. Zaten başka türlü olsaydı, örneğin kalbimizin her tik takını dikkat kesilmeden hissetseydik, hayat dayanılmaz bir kâbusa dönerdi.
Bedenimizin çalışmasını, daha doğrusu çalışamamasını ancak sağlığımız bozulduğunda, hastalandığımızda hissederiz. İnsan, bedeninin neresini, olağan işlevinin haricinde, duyup hissediyorsa, orada işler yolunda gitmiyordur. Hekime başvurduğunda bu hissettiklerini şikâyet olarak dile getirir.
Nasıl bedenimizi ancak onun muhteşem uyumu ve sessiz çalışması bozulduğunda yani hastalandığımızda hissediyorsak, devlet-toplum ilişkilerinde de aynı durum söz konusu. Toplumsal düzenin idamesinden sorumlu olan ve ancak bunu sağlayabildiği ölçüde meşruiyetini garanti edebilen devlet, hayatın içinde olur olmadık yerde karşımıza çıkmaya, hissedilmeye, görünmeye başlarsa, bu toplumla ilişkilerinde işlerin pek yolunda olmadığına işarettir. Sağlıklı bir devlet-toplum ilişkisinde devletin varlığı, asgari düzeyde hissedilir. Hatta bir adım daha ileri gidip “en iyi devlet, görünmeyen devlettir” bile denebilir.
Devletin görünmemesi, toplumun ve bireylerin hayatlarında varlığını hissettirmeden, kimseye rahatsızlık vermeden var olabilmesi demektir. Güvenlik güçlerinin suça anında müdahale etmesi, yurt savunması için bir ordunun her daim hazır bekletilmesi; bir kazada, afette güç durumda kalan insanlara hiç gecikmesizin yardım ulaştırılması; yoksulların, madunların yaralarının sarılması için gerekli tedbirlerin alınması; vergi, tapu, nüfus ve nikâh işlemleri devletin göründüğü anlamına gelmez. Toplumun gözünde faaliyetleri meşru olan bir devletin yargılama ve adaleti tecelli ettirme işlemleri de olması gereken olduğundan devleti görünür kılmaz. “Devletin görünmesi”, devletin olması gereken yerde, olması gereken biçimde olmaması, icap ettiğinden daha kallavi bir biçimde varlığını, cesametini, gücünü gösterme çabasına girişmesidir. Vesayet ve darbe rejimleri, görünür devletin sistemleridir. Aynı şekilde yargıyı yürütmenin önüne geçirmek, yargıç diktatörlüğü, devletin insicamının bozulması, görünür hale gelmesidir.
Devlet, toplumla arasındaki mesafeyi asgari noktada tutup, toplumla birlikte güçlü bir kaynaşmayı başarabilirse görünmezleşir. Kaynaşma ise, devletin meşruiyetini tüm toplumu temsil eden bir akla sahip olmaktan ve toplumsal ahlaktan sağlaması halinde mümkündür. Otoritesini toplumun gönüllü tasdikine, bilinçli onayına dayandırabilen devlet, toplumla kaynaşmıştır.
Devlet, temsil ettiği bütünsel akıldan ve toplumdaki ahlaki köklerinden koptukça, bunun yerini baskı ve zorla doldurur, görünmeye başlar. Devlet ne kadar görünüyorsa, o kadar toplumla alakası kalmamış, bir sınıfın ya da zümrenin baskı aygıtı haline gelmiştir. Kabul etmek gerekir ki, baskı ve zor aygıtı haline dönüşmüş bir devlet, uzun ömürlü olamaz. Toplum, ila nihai baskı ve zor altında yaşayamayacağı gibi toplum hayatı da suni solunum aygıtları, diyaliz makineleri ile uzun süre canlı kalamaz. Bu süreyi belirleyecek olan toplumun kötü bir yönetimi hak edip etmediğine ilişkin düşüncesidir. Hak etmediği biçimde yönetildiğine, yönetimin kendisiyle bir ilişkisi bulunmadığına inanan toplum, eninde sonunda kendisini gösterecek, “Yeter söz milletindir!” diyecektir.
Siz bakmayın, eski Türkiye sözcülerinin milleti iktidara taşımaya çalışan tüm liderleri diktatörlükle itham etmelerine, hakikat bambaşkadır. Cumhuriyetimiz bir İstiklal Savaşı”nın, Milli Mücadele”nin ardından elbette meşru bir zeminde kurulmuştur. Devlet yapısı ve işleyişi şekillendikçe devletin toplumla arasındaki makas giderek açılmış, devlet görünür hale gelmiştir. Demokrat Parti”nin “Yeter söz milletindir!” haykırışı, bir meşruiyet krizinin ilanıdır.
Millet, yıllardır hak ettiği devleti arıyor. Bu yürüyüş şimdi Erdoğan ve Ak Parti iktidarıyla sürüyor, lakin yol uzun. Kendine özgü bir demokrasi mücadelesi veren millet, kendisinden kopmuş olan devleti baştan ayağa bir restorasyona tabi tutuyor. Milletin kolektif aklını temsil eden ve meşruiyetini toplumsal ahlakta kökleştirmeye çalışan, toplumsal muhalefete özgürce kendini ifade imkânları veren, tüm vatandaşlarını hür ve eşit gören yeni Türkiye”nin devlet anlayışı adım adım inşa ediliyor. Duyduklarınız, bu inşa çabasından gelen sesler. Mümtazer Türköne, “son kale”ye kadar geldiler dediğine göre, sona yaklaşıyoruz ama daha uzun bir medeniyet yürüyüşü milletimizi bekliyor.
Kaynak: Yeni Şafak