‘Otoriter kişilik mi dediniz?

Türkiye neresidir, burada demokrasi mücadelesi nasıl bir seyir izlemiştir, post-modern zamanlarda siyasetin, devletin ve sivil toplumun muhtevaları ne gibi değişikliklere uğramıştır? Bunlar zor ve aynı ölçüde sorumluluk yükleyen sorulardır. Bazılarımız yine kolay yollara sapıyor. Siyaseten ve demokratik yollardan alt edemedikleri iktidara karşı, liderini itibarsızlaştırma ve ona oy veren insanları küçümseme yoluna gidiyorlar.

Birinci Dünya Savaşı ve ardından Avrupa”nın ortasında ortaya çıkan Nazizm dehşeti, modern idealler açısından tam bir skandaldı. İkinci Dünya Savaşı”nda faşist cephenin mağlubiyetiyle birlikte, Batılı bilinç, dikkatini iki dünya savaşının niye çıktığına değil de Nazizm skandalı üzerine çevirdi. Nazizm”e yol açan nedenler mercek altına alındı. Siyasal, ideolojik, toplumsal, ekonomik nedenlerin yanısıra Hitler”in psikobiyografisi ve onu destekleyen kitlelerin ruh halleri araştırıldı. Dev bir külliyat meydana geldi.

Bizim kolaycılar, Batı”da üretilmiş devasa külliyatla da meşgul değiller. Onun küçücük bir kısmını, doğru olup olmadığına ve buradaki gerçekliğe uyup uymadığına hiç bakmaksızın tekrar edip duruyorlar. Adorno ve arkadaşlarının “otoriter kişilik” incelemesinden edinilen derme çatma bilgilerle zihinlerini köreltiyorlar. “Sandıktan çıktım diye övünme, bak Hitler de seçimle işbaşına gelmişti!” düşünce kırıntısının eşliğinde, “diktatör!” nidaları ve oy veren insanları koyuna benzetme gibi girişimlerle muhalefet yaptıklarını sanıyorlar.

1950″de yayınlanan “Otoriter Kişilik” adlı çalışmalarında Adorno ve arkadaşları, Marksizm ve o günkü psikanalitik bakışın etkisi altındaydılar. İlk aşamada Yahudilere karşı önyargıları belirlemek için bir “anti-semitizm tutum ölçeği” geliştirdiler. İkinci aşamada anti-semitik önyargıları olanların başka gruplara (zenciler, Filipinliler, vb.) karşı da önyargılı olduklarını tespit ettiklerini söylediler. Son olarak “Faşizm ya da Anti-demokratik Tutumlar Ölçeği” adını verdikleri başka bir ölçekle etnosantrizmin faşizmle ilişkisi, önyargılı kimselerin kişilik özelliklerini saptamaya çalıştılar. Bu özellikleri gösteren kişilere “otoriter” adını verdiler.

Onlara göre otoriter kişiliği olanlar, etnosantrikti, yani sürekli kendi etnisiteleri lehine düşünüyorlardı; mevki ve makama çok fazla önem veriyorlardı; zihinleri güç, kaba kuvvet ve cinsellikle aşırı meşguldü. Aynı şekilde kaderciydiler ve kategorikleştiren klişelerle düşünüyorlardı, estetik ve hayal gücünden yoksundular, başkalarını küçümsemeye ve onlara karşı saldırganlık göstermeye meyyaldiler.

Adorno ve ekibinin 65 yıl önceki bu tezleri, bizim kolaycılara ilaç gibi geldi. Düşüncelerinin doğrulandığı zehabına kapılıp gevşediler. Ardından benzer nakaratlar: Neymiş, burada ataerkil bir yapı varmış, baba güçlülük örneği, anne ise otoriteye sarılarak korunacak zayıflık, zavallılık figürüymüş. Otorite kültürünün bu kadar başat olduğu bir toplumda demokratikleşme zor, belki de demokrasinin kendisi imkânsızmış… Ezberlerini yineledikçe kendi anti-demokratik tutumlarına karşı körleştiler. Yaşadıkları toplum gibi gerçeklerden de uzaklaştılar.

Adorno ve arkadaşlarının 65 yıl önce söyledikleri, her topluma genellenebilecek “bilimsel gerçekler” olmadıkları gibi çalışmaları, yöntem konusunda çok ciddi eleştiriler almıştır. Bugün psikolojiyle ilgili akademik alanlarda “otoriter kişilik” diye bir kişilik yapısı olduğu kabul edilmez. Sonradan yapılan “pek çok çalışmada, önyargı ve ayrımcılığa eşlik eden normatif, tek biçimli zihniyet yapısının ideolojilerin sözüyle değil, dünyayı kavrayış biçimiyle ve hayata geçiriliş pratikleriyle oluştuğu, solcuların da en az sağcılar kadar önyargılı ve ayrımcı olabilecekleri” gösterilmiştir.

Haksızlık etmeyelim, Adorno ve arkadaşlarının çalışmaları, despotik zihniyeti anlamamız için bir katkı sunar aslında. Otoriterliğin belirli bir grupla özgül ilişkilerden değil, etnosantrizme dayalı bir zihinsel yapıdan ileri geldiği tezi bugün de geçerlidir. Etnosantrik zihinsel yapı, kavmiyetçidir, kendinden olmayan insanları küçümser, insanlıktan dışarı atar. Otoriterlik konusunda en başta sorgulanması gereken husus, hala etnosantrizmdir ve işin ilginç yanı “otoriter”, “diktatör” diye bağrışanların çoğu bu zihinsel yapıdan mustariptir.

Etnisitenin abartılması üzerine kurulu ulus-devletler çağı, önyargılar ve ayrımcılık için oldukça uygun bir vasat sunuyordu. Bu yüzden Nazizm, Faşizm, Stalinizm, tek parti despotlukları hep aynı dönemde zuhur ettiler. Bugünkü post-modern siyaset, devlet ve demokrasi anlayışı, etnosantrizm belasını def etmeye çalışıyor. Eski despotik rejimleri özleyen ideolojiler ve İslamofobi, demokrasinin en büyük engelleri olarak karşımızda duruyor.

Bu toplumdaki demokratik dinamikleri, despotizme ve darbelere karşı insanımızın verdiği mücadeleyi, etnosantrizmin geriletilmesinde kat edilen mesafeyi görmezden gelenler, toplumdan önce kendilerine ve tarihe bakabilseler…

Kaynak: Yeni Şafak

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Videolar

Yükleniyor...

Galeri

Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.15 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.20 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.35 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.58 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.34 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.45.41