Solo yaşama koşuyoruz

Solo yaşama koşuyoruz

Çok şey değişecek doğru hatta bu dönemde psikolojimiz öylesine hasarlandı ve yine öylesine yeni savunma mekanizmaları geliştirdik ki, artık bundan sonra uzunca bir süre adeta “protez bir psikoloji” ile yaşayacağız” diyen Prof. Dr. Erol Göka şunu da vurguluyor: Artık hayatın her alanında fiziki mesafe, maske ve temizlik tedbirlerine odaklanan bir yeni normal oluşacak ama ben değişimin bunlarla sınırlı kalacağını düşünüyorum.

Hız çağında insan, gelişme ve ilerleme adına nereye doğru gidiyor? Dünyanın gidişatıyla ilgili önümüzdeki süreçte küresel salgının psikolojilerimizde oluşturduğu hasarları nasıl tedavi edebileceğiz? Kaygılardan kurtulmanın yolları neler? “Protez Psikoloji” kavramı nedir? Bu ve benzeri sorulara hangi düzlemden daha doğru cevaplar bulabilmemiz mümkün? Prof.Dr. Erol Göka, bu konulara yönelik sorularımızı cevaplandırdı.

Dünya, yaşanmakta olan salgın nedeniyle modern dünyanın kendi yaşlılarını nasıl ölüme terkettiğini gördü. Oysa insanlık için modern dünya, Avrupa bir modeldi. Bu tabloyu merhamet üzerinden okuduğunuzda neler söylersiniz?

Çok güzel ama cevaplaması benim için zor bir soru. Batı’nın merhametle bir derdi olduğu, tam da bilmediği, onu çoğu zaman acımak ile karıştırdığı doğru. Şüphesiz merhameti önemseyen, onun acıma hissinden farkını idrak edebilen, önemli bir erdem olarak gören Batılı düşünürler de var ama Eski Yunan’dan beri bırakın merhameti, acıma hissi konusunda bile olumsuz sözler ederler. Mesela Aristo, “Acıma, bencillikten başka bir şey değildir. Başkalarının maruz kaldıkları duruma acıma duymamıza yol açan şey, kendimiz için duyduğumuz endişedir” diye söylerken Stoacılar, “Bilge kişi acıma duymaz çünkü onun üzüntüsü yoktur. Elbette hemcinslerini kurtarmak ister ama bunun için acıma duymaya ihtiyacı olmaz. İnsanlara iyilik yapmak için onların acılarını kendi üzerimize almak zorunda değiliz” diyordu. Mesela Spinoza’ya göre “acıma, akıl düsturuna göre yaşayan bir insanda kendi başına kötü ve faydasız”dı. En insancıl ve özgürlükçü Aydınlanma filozofları dahi, Batı-dışında yaşayan insanları sözlerine dahil etmediler. Mesela “Aydınlanma düşüncesinin gerçek kurucusu”, “modern düşüncenin ortak atası” diye anılan Locke, aynı zamanda köleciliği ve sömürgeciliği savunabiliyor. Aynı şekilde Aydınlanma’nın ve liberalizmin büyük ismi David Hume, adaletsizliği mazur görebileceği hallerden biri olarak “uygar Avrupalıların barbar yerliler üzerinde büyük üstünlüğü”nü sayabiliyor. Amerikan demokrasisinin kahramanı Tocqueville, Hindistan’ın yerlilerine karşı hiç sevmediği halde İngilizlerin zafer kazanmasını isteyebiliyor.

Musevi düşünce insanlarında da bu açıdan pek fark bulunmuyor. Hal böyle olunca, olağan bir Batılı düşünce sahibi, COVİD-19 salgınında yaşlıların ve yabancıların asıl zararı görmesini kolayca meşrulaştırabilir. Biz ise merhamet ve adalet merkezli bir anlayışa sahibiz. Yaşlıların kültürümüzde tuttuğu yer de hakeza çok önemli. Yaradan’dan ötürü yaratılana kıyamayız, merhameti acımaktan ve şefkatten biraz ayırt ederiz; bir üstünlük vesilesi değil eşitlik olarak algılarız. Bugün başkasının başına gelenin yarın pekala bize de olabileceğini düşünürüz.

PROTEZ PSİKOLOJİ

Yaşadığımız süreçle ilgili “Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” deniyor. Sizce, bu derece köklü değişim söz konusu mu?

Çok şey değişecek doğru hatta bu dönemde psikolojimiz öylesine hasarlandı ve yine öylesine yeni savunma mekanizmaları geliştirdik ki, artık bundan sonra uzunca bir süre adeta “protez bir psikoloji” ile yaşayacağız. “Protez psikoloji” derken şunu kast ediyorum: Salgın sırasında ortaya çıkan ve çığ gibi üstümüze gelen kaygılarla baş edebilmek için onun hafif ve orta şiddetteki şekillerini “normal” olarak görmek, onunla yaşamaya alışmak gerektiğini anlatabilmek için bu kavramı kullanıyorum. Bu durumu dişimizde geçici bir sorun olduğunda, yeme-içme faaliyetlerimizi bu gerçeği bilerek sürdürmemize benzetebiliriz. Bugün de küresel salgının psikolojilerimizde oluşturduğu etkinin, tarihin diğer zamanlarında bilinmeyen adeta yeni bir protez bölüm açtığını söylemek mümkün hale geldi.

Bu durumda yeni bir hayat mı bekliyor bizleri?

Psikolojilerimiz, küresel salgın sırasında ortaya çıkan tabloya uyum sağlayabilmek için birçok mekanizmanın aynı anda işlemesiyle, kendi içinde açılan bu protez bölümü, salgın sonrasında da uzun süre muhafaza edecek, sanki salgın veya bir salgın ihtimali varmış gibi yaşamayı ve davranmayı sürdürecektir.Psikolojimizde protez bir bölüm açacak kadar psikolojimiz ve gündelik hayatlarımız etkilenecek artık hayatın her alanında fiziki mesafe, maske ve temizlik tedbirlerine odaklanan bir yeni normal oluşacak ama ben değişimin bunlarla sınırlı kalacağını düşünüyorum. Kimisi, muhtemel değişimi alabildiğine abartıyor, insanlığın büyük bir manevi değişim yaşayacağını, komünizme geçmekten başka şans kalmadığını ya da görülmemiş bir teknofaşizmin bizi beklediğini sananlar var. Asla onlara katılmıyorum. İnsanın tabiatı, fıtratı aynı kalacak, kapitalizme ve tüketim toplumuna bir şey olmayacak.

Küreselleşmeyle birlikte daha iyiye daha lükse ulaşmak kolaylaştı. Ancak bunları elde etmek için büyük bir çaba gerekiyor. Sizce bu durum, daha iyi yaşama adına sürdürülen bu yarış toplum sağlığını ne derece etkiliyor?

Siz pırıl pırıl bir kalb ve iyi niyetle, modernlikle birlikte daha iyiye ulaşmak kolaylaştı diyor, içimde yaşadığımız acımasız dünyada daha iyi yaşama adına sürdürülen bir savaş olduğunu söylüyorsunuz. Keşke dediğiniz gibi olsaydı kardeşim! Modernlik, felsefesiz, düşünmeyi bilmeyen bir insan tipolojisine neden oldu. Kimse artık “İyi hayat nedir?” diye sormuyor. Tüketim toplumunda kendisine reklamlarla “iyi” diye sunulanlara rıza gösteriyor, yetmiyor, onlara sahip olmak için canhıraş biçimde çabalıyor. Böyle bir toplumun ancak hırsı ve tamahı her şey olarak gören insanlar ve aşırı tüketim yüzünden insan ve tabiat ilişkilerinin alabildiğine bozulması nedeniyle ortaya çıkmış olduğunu idrak dahi edemiyor.

İnsanlar solo yaşama koşuyor

Günümüz dünyasında insanlar daha çok yalnızlaşıyor ve bu durum bir tercih olarak yaygınlaşıyor. Ancak yalnızlık duygusu aynı zamanda bireyi sığınacak bir yer arayışına da itiyor. Bu konuda din insanlık için bir liman olabilir mi, dinin bireyin içsel sorunlarına çözüm üretmesine ilişkin sunabileceği neler var?

Evet, insanlar akın akın yalnızlığa “solo yaşam”a doğru koşuyorlar ama bir yandan da sanki kendileri tercih etmemiş gibi yalnızlıktan mızmızlanıyor, kendilerini kalabalıkların kollarına atıyorlar. İnsan insanın yurdu, derdinin devası olduğunu bilmeden; insanın yaratılış amaçlarından uzakta bir hayat sürüyorlar. Sizce böyle bir yaşama tarzı ve dünya görüşünden “emanete sahip çıkan” bir insan çıkabilir mi? Ben, kendi adıma ne insandan umudu keserim ne de dinin hepimizin çekinmeden sığınabileceğimiz büyük bir kurtuluş limanı olduğunu reddederim. Ama kısa sürede bu limanın yalnız insanların sandallarıyla dolup taşmayacağını görüyorum. İnşallah yanılan ben olurum.

Farkındalığı geliştirebilmek

 

Bireysel desteklere ihtiyaç arttıkça onlara çare olma adına ortaya çıkan kesimler de çoğaldı, Siz bu konuya nasıl bakıyorsunuz?

Mükemmel bir bakış, tebrik ediyorum. Siz de günümüzün şarlatanlarının, bazı sertifikalı cahillerinin aslında bizi çareden daha da uzaklaştırmaya yaradıklarını gören böyle bir vukufiyetin nasıl oluştuğunun kaynaklarını gerçekten öğrenmek isterim. Lütfen sözlerimi istihza gibi değerlendirmeyin. Samimiyetle söylüyorum. Tüketim toplumunun başımıza ördüğü çorapları, psikolojimize giydirilmeye çalışılan alerjik esvapları çok iyi fark etmişsiniz. Benim umudum da zaten bu fark edişte… Büyük ihtimal çevrenizdeki sahih, halis insanlar sayesinde bu fark edişi geliştirebildiniz. Öncelikle nasıl bir dünyada yaşadığımızı sorgulamalı, gidişin nereye doğru olduğunu görmeli, “çare” diye sunulanların aslında ne vaat ettiklerini anlamalıyız. Gerisi kolay…

“Dünyanın gidişiyle ilgili karamsarım ama aynı zamanda çok umutluyum” diyorsunuz bir yazınızda.

Bunu açar mısınız? Karamsarım zira “gelişme ve ilerleme” adı altında dünyanın insanın ve tabiatın zararına bir yere doğru hızla yol aldığını görüyorum. Umutluyum zira insanların eninde sonunda buna dur diyeceklerini, kalplerinde taşıdıkları merhametin ve erdemlerin gidilen yolun yol olmadığını bir biçimde insanlara söyleyeceğine inanıyorum.

Örnek insanlara ihtiyaç var

Teknoloji hızla gelişiyor, digital çağ en çok da gençliği etkiliyor. Artık gençler kendi dünyalarında, ailelerinden bağımsız yaşamak istiyorlar. Bu tür yaşam biçimi ise toplumsal kopmalara yol açıyor. Bu gidişatı engellemek için neler yapılabilir? Aileler çocuklarını yetiştirirken nelere dikkat etmeli. Ayrıca eğitim sistemimizin bu gerçekliğe uygun hale getirilmesi için neler yapılabilir?

Yine çok zor ve üstelik çok büyük bir soru. Bu soruyla hem Milli Eğitim hem Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı uzmanlarımız günlerce ilgilenseler, yeridir. Ben böyle büyük soruların cevaplarını bilemem. Daha basit ve kolay olan önerileri tercih ederim. Önerim şu: Gençlerle didişmeyi bırakalım, biz gençlere iyi örnekler olalım. Biz iyi ebeveyn, iyi insan olduğumuzda gençlerimiz ve siyasetçilerimiz için en güzel modeli de inşa etmiş oluruz. Dünyanın da, insanlığın da, gençlerimizin de örnek insanlara ihtiyaçları var.

Söyleşi: Semiha Kavak
Kaynak: Yeni Şafak

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Videolar

Yükleniyor...

Galeri

Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.15 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.20 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.35 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.58 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.34 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.45.41