Vahşetinizsiniz!
Zalimliğini hep biliyorduk, halkına kimyasal silahlarla, varil bombalarıyla saldıran Esed”in ama açık-gizli ittifaklar, iç-savaş ortamı, muhaliflere yönelik gri propaganda, dünya kamuoyunun gerçekleri olanca çıplaklığıyla görmesini engelliyordu. İletişim çağı denilen, veri tsunamisine maruz kaldığımız bu zamanda bilgi sağanak gibi ama hakikatin ışığı yok. Esed”in zalimliğinin hakikati, nihayet bin bir çabadan, komisyonlardan, laboratuvar incelemelerinden sonra tartışmasız biçimde yeni gösterilebildi. Zalimin sadece halkına karşı saldırganlıkta değil, tutsak aldığı binlerce muhalif genç erkeğe, öldürmeden önce, açlığın, işkencenin ve vahşetin her türlüsünü uygulamakta sınır tanımadığını insanlık gördü. Lakin bazıları suça ortak olmayı yeğledi, Esed”in bu yaptığını da görmezden gelmeyi, hatta destek vermeyi sürdürdü.
Böyle zamanlarda hep deriz, “Bunları yapan insan olamaz!” diye. Hemcinslerimizin davranışından geri kalanlarımızı muaf tutmak ister, beşeri narsisizmimize toz kondurmamak için kabahati hayvanlara yüklemeye çalışırız: “Bunları yapan ancak bir hayvan olabilir!” Tabiatta hiçbir canlının hemcinsine karşı bu denli vahşi olamayacağını bilir ama yine de böyle söyleriz. “Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler. Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti” (Bakara/30) ayetini kalbimizle akletmeyiz.
İnsan zalimdir, kıyıcıdır, vahşetiyle maluldür. Bu duygusal(!) varlığın davranış repertuarında, korkutmak, sindirmek, içini soğutmak amacıyla düşman bellediği kardeşlerine uyguladığı öyle çok zulüm örnekleri vardır ki… Bazı kültürlerde beşeri vahşetin canlanması için daha uygun bir vasat olduğunu, hatta uygun şartlar gerçekleştiğinde her insanın bir vahşet uygulayıcısı haline gelebileceğini kabul edebiliriz. Ama yakından bakıldığında, işkence ve vahşet eylemlerinde, vahşi cinayetlerde, tek başına siyasal ve ideolojik amaçlarla ve düşmanı yok etme stratejisiyle ya da insanın doğası üzerine felsefi antropolojik ifadelerle açıklanamayacak, “ilkel din kültürü” gibi kavramlaştırmalarla tüketilemeyecek özellikler mevcuttur. Bu özellikler psikolojik nitelikte ve üzerlerinde çokça düşünmek gerekiyor. İçimizde bizi vahşet uygulayıcısı olmaya, vahşeti meşrulaştırmaya yarayan bir psikolojik düzenek olmalı ve bazılarımızda bu düzenek fazlasıyla işe hazır halde bulunmalı. Başka türlü, işkencecinin ruh halini izah etmemiz imkânsız.
İnsanı meleklerden üstün kılan “söze dökme” yeteneğidir; tutsak aldığı muarızıyla konuşmayı bırakıp da işkenceye başvurmakla sapkın zihin, ne anlatmak istiyor? Kendisiyle yapılan bir söyleşide ünlü düşünür Paul Ricoeur, “benim kim olduğumu anlamak istiyorsanız, kendimle ilgili olarak oluşturduğum anlatıya bakmalısınız” diye bir cevap veriyor. En vahşisi de dâhil olmak üzere eylem biçimini bir anlatı olarak görmek mümkün ve eylemi yapanın nasıl birisi olduğunu anlayabilmek için eylemin biçimine bakmak gerekli.
İşkencecinin elinde şiddet, sınır tanımayan, ancak psikolojik etkenlerle açıklanabilecek bir vahşet halini alıyor. Vahşet uygulayıcısı için “mağdurun bedeni” adeta psikolojik bir ziyafet sofrası gibi. Mağdurun bedeninden yayılan acının, işkencecinin bireysel keyfinin ötesinde, içinde yaşadığı grubun dinamiğine katkısı da var muhtemelen. Mağdurun acısı, vahşet uygulayıcılarına ve destekçilerine, birlik olma, kaynaşma gıdası sağlıyor olmalı. Uygulayıcılar ve destekçileri, mağdurun bedeninde gerçekleştirilen vahşetle sanki kendi atfedilmiş acılarının öcünü almaya, devasa öfkelerini azaltmaya, dindirmeye çalışıyor gibiler. Bu şekilde aynı hastalıklı ruh halini paylaşıyor, vahşi eylemleri meşrulaştırıyorlar.
Şüphesiz hepimizin hayatı, özellikle çocukluğumuz örselenme ve hayal kırıklıklarıyla dolu ve hatta kişilik gelişimimizde, olgunlaşmamızda hayal kırıklıklarımızı onarma çabamızın payı büyük. Bu sayede hem hayatı, hem acıyı öğreniyor, başkalarıyla duygudaş olabiliyor, kadir kıymet bilir hale geliyoruz. Ama işkencecinin ve destekçisinin iç dünyasına baktığımızda haset ve hınçtan başka bir şey göremiyoruz. Çocukluklarından beri yaşadıkları örselenme ve hayal kırıklığı, tamir edilmeden kalmış, her yeni sıkıntıda biraz daha katlanarak büyümüş izlenimi alıyoruz. İç dünyalarındaki haset ve hınç, kişiliklerinin ana yönlendiricisi halinde, bu yüzden böylesine zalimler, vicdansızlar. Muhtemelen düşmanlarla dolu olduklarına inan(dırıl)dıkları bir çevrede, çatışmalı bir ortamda büyümenin ya da insaniyetten nasibini almayan bir yetiştirmenin sonucu olarak psikolojileri ağır biçimde hasar görmüş. Gözleri kendilerinden başka kimseyi görmüyor, yalnızca kendi acılarının gerçek olduğuna inanıyorlar.
Psikolojik analizimiz böyle. Peki, bu analiz bizim daha iyi bir dünya için mücadelemize ışık tutuyor mu? Şöyle diyebiliriz: İnsanların bir kısmı zalim, başkalarına işkence ve vahşet uygulamaya yatkın bir psikolojiye sahipler; daha iyi bir dünya, onlarla birlikte değil insanlık onurunu her şeyin üstünde tutanlar tarafından onların sahte-insanlıkları aşılarak kurulacak.
Kaynak: Yeni Şafak