Sayfa Seç

Müslümanlar ve demokrasi

Yirmi yıl önce kendimi içinde bulduğum demokrasi-liberalizm-gelenek tartışmalarını zaman zaman gülümseyerek anıyorum. Eski defterleri açacak değilim. Yüzyılı aşkın bir süredir arada bir harlandırdığımız “İslam”da din-devlet ilişkileri ve demokrasi” ateşli münakaşalarını canlandırmaya da niyetim yok. Yasin Aktay kardeşim, Müslümanca duyarlılıkla üretilen her fikriyatı, İslamcılık içinde nitelediğinden, yani benim adımı bile “İslamcılar” hizasına yazdığından beri, benim için İslamcılık tartışması da nihayete erdi. Şaka bir yana, bu tartışmaları çok önemli görüyorum, uygun zeminlerde, bize yakışan bir üslupla, bıkmadan konuşup yazmamız gerektiğine inanıyorum. Şimdi benzeri bir başlık altında yazmaktan muradım, teorik olmaktan çok Müslümanların pratik siyasi meselelerine dikkat çekebilmek.

Biz yıllar yılı tartışıp dururken, dünya hayatı kenarda bizi beklemediği gibi, oturup ne karar alırlarsa ona göre kendime bir akış seyri bulayım da demiyor. Bizim varlığımızı pek de ciddiye almış gözükmeksizin yoluna devam ediyor. Biz de gerek insan teki gerek toplum gerek devlet olarak dünya hayatıyla birlikte seyri sefer eğliyoruz. O nereye biz oraya… Az mı gittik uz mu gittik bilmiyoruz ama ideolojimiz, dünya görüşümüz ne olursa olsun Müslümanlar olarak yaşadığımız, içinde yol aldığımız masalın (kâbus olarak da okuyabilirsiniz) bizim olmadığından eminiz. Kapitalizm bizim değil, modernlik bizim değil, demokrasi bizim değil, teknomedyatik dünya bizim değil, egemen felsefe, bilim ve sanat anlayışı bizim değil! Dileyen dilediğince halka ekleyerek uzatabilir bizim olmayanlar zincirini…

Bizim olmayan ne çok şey var ama “biz” de varız. Hani neredeyse “biz”liğimiz dışındaki hemen her şey bizim değil diyecek durumdayız. Sadece “biz”imiz var ama bu “biz” çok ama çok önemli. Nasıl bir insanı “yok” haline getirdikleri halde hafızasını, hatıralarını alamazlarsa tarihimizi, geleneğimizi, biz-lik hissiyatımızı bizden alamazlar. Bizi yok edebilirler ama “biz”i “biz”den alamazlar; “biz”, hep “bizim” olarak kalacağız.

Nerdeyse hiçbir şeyin bizim olmadığı dünyada biz, biz olarak kalmayı başarabilmişsek, bu ancak bazı psikolojik manevralar sayesinde mümkün olmuştur. Biz olarak kalabilmeyi esasen iki psikolojik manevrayla sağlıyoruz: Hiçbir şey olmamış gibi davranmak ya da tam tersi biz-lik hissiyatına abanmak, nostaljiye gömülmek, geçmişin muhteşem zamanları bir an olsun inkıtaa uğramadan devam ediyormuş gibi yapmak… Müslüman dünyadaki tüm siyasi ve felsefi tavırları bu iki kalıp davranıştan birisine göre değerlendirmek mümkün. İşin ilginç yanı, kişiler ve gruplar, bu kalıplardan birisinde ısrarcı olmak yerine, keyiflerine göre bazen o kalıba bazen bu kalıba giriyorlar. En radikal batıcı, laikçi olanımız bile, hala İslam dairesinde olduğuna inanan bir manevi rotaya sahipse en olmadık zamanlarda Müslüman aslan kesiliveriyor. En mütedeyyin, en radikal (neyse o) olanımız bile bizim olmayan dünyanın her türlü nimetinden(!) yararlanmakta bir beis görmezken, “biz” olmanın tadını en çok din-devlet ilişkileri alanında, demokrasiyi topa tutarken çıkarıyor.

Kapitalizm, modernlik, Batılı paradigmaya göre düzenlenmiş eğitim ve yaşama düzeni, düşünme sistemi, bunların her biri çoğu kez eleştirimizden muaf; sanki o denizin balığı olarak dünyaya gelmişiz gibi ha bire içlerinde kulaç atıyoruz. Ama iş demokrasiye geldiğinde öyle bir efeleniyoruz ki, ne kül kalıyor geride ne mangal… Bugün halkın çoğunun Müslüman olduğu hemen tüm ülkelerde, modern Batı uygarlığının meydan okumaları karşısında sessiz, çaresiz düşmüşken, “Biz-lik” hissiyatımızı muhafaza edebilmek için hırsımızı demokrasiden çıkarıyoruz. Kapitalizmin, modernliğin her birikintisinde keyifle yüzebilirsin ama sakın demokrasiye bulaşma, zinhar dinden çıkarsın havasındayız.

Oysa Müslüman dünyadaki diyalog eksikliği, gerilimler, boğazlaşmalar, siyasi katliamlar, bırakın gayri-Müslimleri ve batılılaşmış, sekülerleşmiş olanlarımızı, Müslüman fırkaların birbirlerine karşı ilişkilerini düzenleyebilmek için demokrasiden başka çıkar yolumuz olmadığını tevlit ediyor. Irak”ta, Suriye”de, Mısır”da, Bangladeş”te, Pakistan”da, Türkiye”de şu ya da bu Müslüman ülkede Müslüman”ın Müslüman”a yaptıklarına bakıp da içi kan ağlamayanımız var mı? Yıllarca Batı”nın ilmini fennini alıp ahlak ve maneviyatlarını onlara bırakalım diye tartışacağımıza keşke kendimize özgü bir demokrasi teorisi, hoşgörü içinde birlikte yaşama kültürü geliştirip uygulasaymışız demeden edemiyor insan.

İslam tarihi ve medeniyeti boyunca, hem Kur”an ayetleri ve Resulullah”ın (sav) pratiği hem de onlardan mülhem hoşgörü bakışı sayesinde toplumsal farklılıklar bir arada, “silm” (barış, güven huzur) ortamında yaşayabildiler. Müslümanlar ve birlikte yaşadıkları diğer topluluklar, karmaşık ve derinlikli bir yaşama kültürü oluşturmaya muvaffak oldular. Müslümanların din alanında bile farklı bakış ve değerlendirmelere sahip olmaları, çok sesli, farklı siyasi programların barış içinde yarıştığı, sonunda liyakatin egemen olduğu adil bir seçim sistemine dayalı yönetim tarzını bugün zorunlu kılıyor. Elbette temel akidelerimizden hiç ayrılmadan, Müslümanların tarihi pratiklerinden yola çıkarak modern demokrasinin işleyişindeki eksiklikleri, sorunları durmaksızın eleştirelim. Ben kendi adıma savunmamız gereken yönetim tarzına “demokrasi” adını vermekte bir beis görmüyorum ve İslam”ın tüm insanlığa bir müjde olması anlamında ortak kavramlaştırmaları yeğliyorum.

Kaynak: Yeni Şafak

Son Videolar

Yükleniyor...

Galeri

Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.15 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.20 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.35 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.58 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.34 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.45.41