Sayfa Seç

Gençler üzerine

Özetle, Prof. Dr. Erol Göka kimdir?

1959, Denizli doğumlu. 92’de doçent oldu ve 2010 yılı başında Konya Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilimdalı’na “Profesör” olarak atandı. Çok sayıda psikiyatri uzmanı ve doçenti yetiştirmiş; onlarca aile hekimi ve nöroloji uzmanının yetişmesine katkıda bulunmuş olan Erol Göka, ülkemizde psikiyatrik hizmetlerin çağdaş biçimlerde örgütlenebilmesi çalışmalarına etkin olarak katılmakta, iki dönemden beri “Başbakanlık Özürlüler Yüksek Kurulu Üyeliği”nde bulunmaktadır.

Psikiyatrinin birçok alanında yapılan bilimsel çalışmalarda yer almasına rağmen ilgisi, daha çok psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında yoğunlaşmıştır. Uzun zamandan beri Türklerin tarih boyunca değişmeyen tutumlarını anlamaya yönelik çalışmalar yürüten Göka’nın kitaplarından bazıları: Türklerin Psikolojisi, Yeni Bir Psikoloji, Türklerde Liderlik ve Fanatizm, Kadınlar Erkekler Âşıklar. 

Efendim, depresyon kelimesi, üzerine şarkılar yazılmış ve insanların diline pelesenk olmuş bir kavram. Fakat depresyon hakkında; “çok konuşulan kavram, bilinmeyen kavramdır” şeklinde düşünmekteyim. Bu anlamda: Depresyon nedir ve depresyon ile genç olmak arasında bir doğru orantı kurmak mümkün müdür?

Depresyon “ruhsal çökkünlük” ile seyreden bir ruhsal rahatsızlık. Her insan zaman zaman depresif olabilir ama depresyon hastalığından bahsedebilmemiz için uykusuzluk, iştahsızlık, keyifsizlik, mutsuzluk, kederlilik, suçlu hissetme, kolay ağlama gibi belirtilerin en az bir hafta sürmesi gerekiyor. Yoksa günlük hayatımız sırasındaki moral bozukluklarımız ya da canımızı sıkacak bir şey olduğunda ona verdiğimiz tepkiler hastalık demek değil.

Gençler de depresyon hastalığına yakalanabilir. Gençlerin depresyonu genellikle çok tipik seyretmez, öfke patlamaları ve sinirlilik tabloya eşlik edebilir. Hastalık olarak depresyon ile genç olmak arasında hiçbir alaka yoktur ama gençlerin daha hüzünlü, sıkıntılı insanlar olmaları sanki böyle bir bağlantı varmış gibi bir görüntü ortaya çıkarır.

Depresif veya pesimist yaşamak/görünmek, gençler arasında favori olan iki hayat tarzı… Gençler böyle ‘takılarak’ neyi amaçlıyor, ne yapmaya çalışıyor?

Yok, yahu böyle mi gerçekten? Gençlik dönemi çok zordur; insan bir yandan çocukluktan kurtulmaya, yetişkin olmaya çalışır bir yandan da yetişkinlerin baskılarını hisseder. Yapılacak birçok iş onu beklemektedir. Bir meslek sahibi olmak, cinsiyet kimliğini geliştirmek zorundadır. Sanıyorum hayatın zorlukları gençlerin belini büküyor, onları hüzünlü, sıkıntılı yapıyor. Yani onların depresif, pesimist takıldıklarını sanmıyorum, mutlu olmayı beceremedikleri için öyle olduklarını düşünüyorum.

En ufak bir acıya, sıkıntıya bile tahammül edemeyen; dünyayı adeta kusursuz cennet olarak vehmeden bir modern insan tipolojisi var. Oysa acı, bizim gerçeğimiz değil mi? Hayattaki acıları kabullenmek mi yoksa kabullenmemek mi bir hastalıktır?

Önce bir anlaşma yapalım. Beğenmediğimiz her tavra ruhsal rahatsızlık demeyelim. Depresyon hastalığını anlatırken söylediğim gibi ruhsal hastalık hekimin tanı koyabileceği bir durum. Sorunun cevabına gelince, hepimizin hayatın güçlüklerine karşı takındığımız bir tavır var. Ben sizin gibi düşünüp ona göre davranıyorum. Hayatı acılarıyla birlikte kabul etmeye çalışıyorum.

Kader inancı ve kabullenme, başa gelene razı olma şeklindeki tutumların, psikolojik açıdan iyi olmaya nasıl bir tesiri var? Neden?

Kardeş, dini kavramsal çerçeveden biraz çıkmama izin ver lütfen. Sanki iki tür kadercilik var gibi görünüyor. Bir tanesi kendi tembelliğine, pasifizmine bir çare olarak üretilmiş, hayatı mücadele olarak göremeyenlerin kaderciliği; diğeri ise elinden geldiği, gücünün yettiği kadar mücadele ettiği halde başına gelenlere rıza gösterebilme hali. Bizi olgunlaştıran, nefsimizi hamlıktan kurtaran ikinci tip kadercilik. Olan her şey de bir hayr görebilme hali…  Hayatı olduğu gibi kabul edebilen nefisler psikolojik bakımdan oldukça dayanıklı ve sağlamdırlar…

Ülkemizde yıllardır “Gençlik manevi boşlukta…” şeklinde bir anonim önerme atılır ortaya. Teşhis yapılır ama tedavi sunulmaz. Peki efendim, sizden çözüm yolunda birkaç tüyo istesek? Yani gençler; hangi yöntem yardımıyla, nasıl bir yol-yordam izleyerek, tam anlamıyla hayata “ayak basabilirler”? Mevcut boşluğu doldurup, yaşama kuvvetle sarılabilirler?

Gençliğin insanlığın karşılaştığı yepyeni bir dönem olduğunu kavrayamazsak hiçbir soruna çözüm bulamayız bu bir. Bunu kavramışsak sıra gençleri anlamaya gelir. Onlara hem bir yetişkin gibi davranmayı, saygı göstermeyi, onlardan dinlemeyi öğrenmeliyiz hem de onları ne de olsa acemi ve sıkıntılı kimseler olduklarını bilip alabildiğine anlayışlı olmalıyız. Biz yetişkinler, gençlere iyi davranıp sağlıklı örnekler olabilirsek, zaten mesele önemli ölçüde çözüme kavuşmuş demektir.

Gençler neden eğlence söz konusu olduğunda bir topluluk/cemaat haline gelebiliyor da ülke yararına, insanlık namına çalışmalar söz konusu olduğunda son derece bireysel davranıyor? (Bakınız; stadyumların, konserlerin tıklım tıklım olması fakat nerde faydalı bir iş yapılıyorsa orada bir elin parmakları sayısınca insan olması…)

Muhteşem bir gözlem ve saptama, kutluyorum. Gençlerin coşkuyla ve enerjiyle dolu olmaları eğlence zamanlarında bir araya gelmelerini kolayca açıklar ama asıl sorun söylediğiniz gibi toplumsal sorumluluk projelerinde gençlerin ortalıkta görünmemeleri… Liberal bireycilik ideolojisini ve yaşantısını gençlerimize “en iyisi bu’” diye boca edenler artık bayram edebilirler. Tam onların istediği gibi tüketen ve hep isteyen bir gençlik oluştu nihayet. Ben yine de gençlerimize kıyamam. Onların insaniyetinin yetişkinlerden daha yüksek olduğunu düşünürüm, onlardan hep umutlanırım. Onların kabuk bağlamamış yüreklerine hep güvenirim. 

Özellikle liseli/üniversiteli çağlarda görülen “takım tutma fetişizminin” veya fanatikliğin psikodinamiği nedir?

Kardeş, bunun cevabı çok uzun. Meraklısına “Türklerde Liderlik ve Fanatizm” kitabımı öneririm. Bu konuda söyleyeceğim yegâne şey, fanatiği olduğumuz her şeyin aslında bizi sorumluluktan kurtardığıdır.

At yarışının genççesi olan “iddaa” gençler için neden zararlıdır? “İddaa, basit bir kumar oyunudur” denilerek üstünden atılabilecek bir problem midir yoksa iddaa oynamadaki yüksek oranlar, gençlerin psikolojisi üzerine bize veriler sunabilir mi?

Hani daha önce sorduğunuz yaşamın acılarıyla birlikte kabul edilmesi meselesi var ya, şans oyunlarının en büyük zararı, insanı yaşamın gerçekliğinden koparması… Bir toplumun gençleri şans oyunlarından medet ummaya başlamışsa, onlara sunulan hayat bilgisi tamamen yanlıştır; o toplumun yetişkinleri iyi örnek olamamaktadır.

Uluslararası ilişkilerin psikolojisini bilen bir yazar olarak size soruyorum, peki yürekler arası ilişkilerimiz nereye gidiyor?

Cebe gidiyor kardeş, nereye gidecek. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki tüm yollar cebe çıkıyor. Çok utanç verici ama maalesef öyle…

Sosyolojik DNA’larımızın, toplumsal genom haritamızın çıkarıldığı bir eseriniz var: Türklerin Psikolojisi. Orada, Türk’ü Türk yapan şeyin İslâmiyet olduğu mealinde ifadeleriniz var. Diğer yandan ülkemizde, dini yalnızca camide yaşanılan bir kavram olarak gören bir sekülerleşme algısı yayılıyor. Gençliğin dine bağlı olması, Allah’la irtibat kurması ile milletimizin bekâsı ne denli ilişkilidir?

Çok teşekkür ederim güzel sözleriniz için. Evet, Türk, İslam’la şereflenmesi sayesinde “Türk” kalabilmiştir, tarihimizden bu sonuç çıkıyor. Sorunuzun ikinci kısmı bununla çok bağlı değil ama çok zekice ve çok enteresan… Gençlerin sağlıklı bir din ve Allah algısı geliştirmesi, toplumun geleceğini gerçekten garanti altına alır. Türkiye’nin her şeye rağmen Batı’dan bu bakımdan üstün olduğunu, dolayısıyla daha parlak bir gelecek imkânına sahip olduğunu Batılı düşünürler (örneğin Alain Touraine) yeni yeni anlıyor. Ama bir kez daha altını çizerek söylüyorum, sağlıklı bir din ve Allah algısı… Şimdi bana “sağlıklı”sı nasıl oluyor diye sorma, sayfalar yetmez anlatmaya!

Türk’ün çabuk efkârlandığı, çabuk sinirlendiği gibi karakteristik özellikleri olduğu söyleniyor halk arasında. Depresyona girmeye yatkın mıyız? Neden? Duygusal millet olmamızın buna ne gibi bir tesiri olabilir?

Evet, böyle sözleri çok duyuyorum ama on yıldan fazladır Türklerin psikolojisini inceleyen birisi olarak benden böyle bir söz duyamazsın. Bizim duygusal repertuarımızın diğer toplumlardan bir farkı yok. Farklılık, duygularını ortaya koyuş biçiminde. Biz, dürtülerimizi de duygularımızı da fazla denetime tabi tutmadan salıveriyoruz. Bu daha ziyade göçebelik mirasımızla ilgili… Bu durumun iyi yanları da var, kötü yanları da…

Kaynak: Abdullah Yalnız, dunyabizim.com

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Videolar

Yükleniyor...

Galeri

Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.15 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.20 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.35 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.58 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.34 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.45.41