‘Kenti dinlemek’

Bir medeniyet iddiamız ve siyasetimiz olduğundan bahsediyorsak mutlaka değişmeyen gündem konularımızdan birisi şehirlerimiz ve şehirliliğimiz olmalı. Türlü bahanelerle bu görevden kaytarsak bile, tarih ve tabiat bizi mecbur kılıyor, dur, düşün, gerektiğinde korkmadan özeleştiri yap diyor. Geçenlerde Doç. Dr. Alev Erkilet’in “Kenti Dinlemek” adında çok önemli bir kitabı yayınlandı. Çoğumuzun demek istediklerini büyük ölçüde içeren bu kitapla ilgili olarak haber10.com. dan Muaz Ergü, Hoca ile bir mülakat gerçekleştirmiş. Tamamını okumanızı ısrarla önerdiğim o mülakat çok önemli tespitler içeriyor.

Soru: “1950’lerden sonra yöneticiler, karar alıcılar genelde muhafazakâr, dindar kesimlerden çıktı… Mahalleyi koruması, mahalle ilişkilerini savunması gereken muhafazakâr siyasette neden mahalle tüketiliyor?”

Cevap:“Bu, bir paradoks ise eğer, 1950 sonrasına değil belki de Osmanlı modernleşmesine kadar geri götürülmesi gereken bir eğilimdir. Osmanlı sultanlarının özellikle III. Selim’den sonra gelenlerine bir nevi modernleştirici sultanlar demek yanlış olmaz. Askeri yenilgiler karşısında başlayan sorgulama süreci, ‘gelişmiş batı tekniğini almak’ gerektiği yönünde bir ortak eğilim doğurmuştur. Bu yaklaşım zamanla 20. Yüzyıl’ın kalkınmacı modernleşme söylemine yerini bırakmıştır ama öz değişmemiştir… Bu söylem, ‘modern kentin’, ‘modern şehircilik anlayışının’ değerden bağımsız bir kalkınmışlık göstergesi olduğunu varsayıyor. Belki de meseleyi tartışmaya buradan başlamak gerekiyor.”

Hangimiz bu soruyu ve verilen cevabı inkârdan gelebilir, yok öyle değil diyebiliriz? Mutlaka Batı’nın ilmini, fennini alalım gerisini biz tamamlarız anlayışıyla hesaplaşmamız gerekiyor. Başımıza 200 yıldır ne geldiyse altından bu anlayış çıkıyor.

Soru: “Geleneksel yaşam alanlarının yıkılarak yerine prestij konutların, bahçe şehirlerin, kapalı yerleşimlerin kurulduğunu söylüyorsunuz. Bu yapılaşmanın kökeninde de korkunun yattığını belirtiyorsunuz… ‘Korku Mimarisi’ gerçekten insanların korkularını yok edecek mi?”

Cevap:“Korku mimarisi insanların korkularını yok edemez, zaten bu korkunun yok olması da istenmez, çünkü kentte şu an olup bitmekte olan her şeyi meşrulaştıran korkudur. Korku ve söylemi, kendi başına çok işlevseldir. Endüstriden ve onunla birlikte endüstride çalışanlardan arındırılmış kentsel merkezler sermayeye açılırken alt sınıflar kriminalleştirilmekte, tehlikeli sınıflar söylemi yaratılmakta ve bu tehlikelerden korunmanın yolunun da eskisi gibi banliyölere çekilmek değil, tehlikeli sınıfları kentsel merkezlerden uzaklaştırmak, çepere itmek olduğu tutarlı ve istikrarlı bir şekilde tekrarlanmaktadır.”

Hocanın dikkat çektiği tehlikelerden birisi de şehirlerimizde oluşan yeni yapılanmayla birlikte ortaya çıkan yeni sınıflaşma ve korku imalatı. Uyuşturucu sorunuyla birlikte düşünüldüğünde durumun vahimliği daha da berraklaşıyor. “Biz kent yoksullarına dayalı bir siyasetiz zaten” deyip bu konunun cenderesinden kurtulmaya çalışabilirsiniz ama emin olun kaçacak yer yok.

Soru: “Kitabınızda gettolaşma tehlikesinden de bahsediyorsunuz. Bugün Türkiye’de dindarların da gettolaşmış sitelere rağbet ettiği gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu nasıl açıklanabilir?”

Cevap: “Dindarlar geçmişte kendi hayat tarzlarını istedikleri gibi sürdürmelerine imkân vermeyen baskıcı toplumsal ve siyasal koşullar çerçevesinde nefes alabilmek, taciz edilmemek ve bir güven adacığı yaratmak düşüncesiyle sitelere çekilmiş olabilirler, çekilmişlerdir. Bu anlaşılabilir, insani bir durumdur. Bu eğilim başkalarını itme üzerine kurulu değildir; itilen ve taciz edilen bir hayat tarzının güvene çekilme arzusunun ifadesidir. Ancak, bugünün siteleşme mantığı başkalarını kentsel mekândan ve bu mekâna dair temel haklarından mahrum bırakarak, onları taciz ederek kentsel mekânda kendine yer açmak; mekânı inhisarına almak ve bu sırada da acı ve mahrumiyet yaratmak anlamına gelmektedir.”

Soru: “Türkiye’deki kentsel dönüşüm gerçeği hakkında neler söylersiniz?”

Cevap: “Kentsel dönüşümün sermaye ile ilişkisinden bağımsız bir şekilde ele alınması gündemdeki tartışmaların temel eksiği bence… Önce kenti sermayenin sonsuz, sınırsız ihtiraslarının elinden kurtarmak ve çocuklarımıza miras bırakacağımız bir emanet olarak görmekle işe başlamak durumundayız.”

Tamamen katılıyorum. Bana göre ahlakın ve hukukun (dinin ve devletin) varlık nedenlerinden birisi, insan özgürlüğünü teminat altına almanın yanında toplumun ihtiraslara ve sermayeye karşı korunmasıdır. Cevaplarımız farklı olabilir ama asla bu soruların peşini bırakmamalıyız.

Kaynak: Yeni Şafak

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Videolar

Yükleniyor...

Galeri

Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.15 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.20 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.35 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.58 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.34 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.45.41