Erdemini arayan siyaset

İçselleştirilmiş bir ahlak olmadan siyaset olmaz, siyaset erdem niteliği taşıyamaz! diye geçen Salı günü ilk grup konuşmasında haykıran Başbakanımız Davutoğlu, yüreğimize bir kez daha su serpti. Bu sözler, millet iradesine karşı hoyratça davranan CHP”li bir vekile söylenmiş basit bir ifade değil, modernliğin dejenerasyonuna karşı bir manifesto niteliği de taşıyor. Yaşadığımız amacından, idealinden kopmuş zamanlara düşünürler “erdem sonrası” diyor ve erdemsiz hallere bakarak kara kara düşünüyorlar. Modern siyaset anlayışında, yalnızca çıkarlar esas alınıyor, siyaset alanındaki her “halt”, eğer çıkarlara uygunsa meşru görülüyor. “Demokrasi ve insan hakları” denildiğinde mangalda kül bırakmayanlar, çıkarları gereği her türlü zulüm rejimini destekleyebiliyorlar. Kendimize özgü bir modernleşmeden yana olsak bile biz Müslümanlar böyle bir siyaset anlayışını kabul edemeyiz. Müslümanlığın İslamofobiyi canlı tutmak için kendi tanımladıkları IŞİD karikatürüyle anılmasının önüne geçilmesini engellemek adına da bu topraklardan “Dünya ahlaksız, siyaset erdemsiz olamaz” diyen nidanın yükselmesi önemli.

İnsanlar, farklı topluluklarda dünyaya geliyor, büyüyor, yaşıyorlar; biyolojik ve psikolojik olarak birbirlerinden farklılar. Bu farklı oluş, hem sahiciliğin hem de ahlak ve siyasetin kaynağı. Hepimiz, kendi hayat yolumuzu izlerken, diğer insanlarla dayanışmak, kader birliği yapmak ama kimi zaman da çatışmayı göze almak durumundayız. İnsanlığımızın icrası sırasında her uzlaşma yeni bir çatışmaya gebe; her çatışma da yeni bir uzlaşmanın tohumlarını içinde taşıyor. İnsan ilişkilerinin olduğu her yer ve durumda, karı-koca, ebeveyn-çocuk, arkadaş ilişkilerinde, toplumlar ve nihayet uluslararası ilişkilerde bunu kolaylıkla gözlemleyebiliriz.

Her insan ve her topluluk, şöyle ya da böyle bir uzlaşma ya da çatışma üreticisi. Dünya görüşümüze göre, “biz” ve “ötekiler” arasındaki benzerlik ve farklılıkları saptıyor; benzeşmenin olduğu yerlerden genellikle uzlaşmaya, farklılıkların olduğu yerlerden genellikle çatışmaya dayalı ilişkiler üretiyoruz.

Dünya görüşü, yaşanılan dünyaya biçim vermek üzere, açık veya örtük bir şekilde, ortak bir program önerisi olarak öne sürüldüğünde “ideoloji”; hayatı sürdürme ve dönüştürme ile ilgili pratik boyutuna ise, “siyaset” diyebiliriz. Her birimiz, dünyaya bir bakışımız, bir dünya görüşümüz bulunması dolayısıyla, insan ilişkileri sahnesinde, farkında olarak ya da olmayarak, aktör, ideolog ve siyasetçi rollerini oynayıp duruyoruz. İnsan olmamızın bize yükleyiverdiği bu rollerden bir an için bile dışarı çıkmamız, sahnenin dışında kalmamız mümkün değil. Karı-koca, ebeveyn-çocuk ilişkileri gibi en mahrem hayat alanları bile, bu anlamda mikro-siyasetin sahneleri.

Siyasetçi olmasına hepimiz siyasetçiyiz ama bazılarımız bu alanda daha usta. Bunu hiç de olumsuz anlamda söylemiyorum. Rollerimizi ustalıkla yerine getirebilmemize göre, “daha iyi ebeveyn”, “daha iyi eş”, “daha iyi komşu”, “daha iyi vatandaş”, “daha iyi arkadaş” olmaya hak kazanıyoruz.

Böyle tarif edilen siyasi faaliyetin, “ahlak” konusuyla yakın akrabalığı hemen görülecektir. Aynı cümleleri “ahlak” için de kurabiliriz. Ahlak ve siyaset, tıpkı aşk ve dostluk gibi birbirlerine benziyorlar. İkisi de insan ilişkilerinin olmazsa olmazları ve birbirlerinden tam olarak ayrılmaları mümkün değil. Biri diğerinin içinde, değilse yanı başındadır. Biri hakkında konuştuğumuzda, diğeri pusuda bekliyordur. Farklılık yalnızca, ahlaki ve siyasi yargının niteliğindedir. Ahlaki yargı da duyguca yoğunluk daha ön plandayken, siyasi yargı da görece bir objektiflik söz konusudur.

Ahlak ve siyaset arasındaki bağlantıyı içimizdeki adalet duygusu sayesinde kurarız. İnsan psikolojisi, çok dinamik; duyguca yoğun hissetme halimiz sürekli değişiklik gösterebilir. Aynı kavimden, aynı aileden insanlara karşı duyguca mesafeli olduğumuz insanlar olabilir. Bunun yanında, hiç tanımadığımız ama ortak insani bir duyarlılığı paylaşmamız nedeniyle kardeşimizden yakın hissettiğimiz kişiler, gruplar çıkarabilir hayat karşımıza.

Ahlaklı bir siyasetten yana olursanız, diğer insanlarla olan her türlü diyalogumuzun bir siyasal tavrı olduğu kadar ahlaki bir bildirgeyi de içerdiğini görürsünüz. Sadece yakın ilişkide olduğumuz kimseler için değil, tüm insanlık için, insan kardeşlerimiz için de ahlaki bir yükümlülük taşıdığımızı fark edersiniz.

Şüphesiz dünya görüşü, anlayışı ne olursa olsun, herkes ahlaklı bir siyaset yaptığını ileri sürecek, kimse ben yalnızca kendimden yana olanları korurum deme basiretsizliğini açıkça sergilemeyecektir. Onun basiretsizliğinin, siyasi hesapçılığının göstergesi, sözleri değil eylemleridir. İnsandan, toplumdan, değerlerden yana bir sorumluluk etiğine sahip olan birisinin siyasi başarısının ölçütü, ne pahasına olursa olsun kazanmayı esas alan faydacı bir tavır değil, ne pahasına olursa olsun, ahlaki olandan kopmamaktır.

Kaynak: Yeni Şafak

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Videolar

Yükleniyor...

Galeri

Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.15 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.20 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.35 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.58 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.34 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.45.41