Konuşabileceğimiz bir başlık kaldı mı?
Farklı kültürlerden, farklı siyasi anlayışlardan insanların acaba oturup konuşabilecekleri, ama sahiden konuşabilecekleri bir konu başlığı kaldı mı diye düşünüyorum. Sahiden konuşabilecekleri derken, kafalarını sadece karşıdaki insanı anlamaya ve onu söyleyecekleri konusunda samimiyetle ikna etmeye çalışacakları bir hali kast ediyorum. Sadece ideolojiler, dünya görüşleri ve yaşam tarzlarımızda değil farklılığımız, parçalanmamız…
Gündelik hayatın içinde işlevsel olan, tanımlarında mutabık olduğumuz isim ve sıfatlar, eylem ve etkinlikler dışında aynı manada kullandığımız kavram ve kelime yok gibi. “Şu marka arabanın x modelinin kırmızı olanları harika” dediğimizde hepimiz aynı şeyi anlıyoruz ama somutluktan biraz uzaklaşmaya başlayınca işler karışıyor, birbirimizi anlamamız zorlaşıyor. Anlıyormuşuz, anlaşıyormuşuz gibi yapıyoruz. Zira somut karşılıkları olmayan hemen tüm kavramlar, kelimeler de her birimizin, her grup ve topluluğun anlayışına göre anlam değiştiriyorlar. Bir panelde, bir açık oturumda, televizyondaki bir tartışma programında “durun önce konuşacağımız başlıktan ne anladığımızı ortaya koyalım” desek asla ittifakla noktayı koyup gerçek münazaraya geçemeyeceğiz. Halimiz bu.
İşte bu hal içinde, hangi kültürden gelirsek gelelim, ister sağcı ister solcu olalım, ilgimizi çekebilecek, birbirimizin söylediklerini anlamaya, anlaşmaya çalışabileceğimiz bir kavram adayım var: “Yabancılaşma”…
Çok enteresan bir kapsama alanına sahip yabancılaşma. Bilimden felsefeye, sanattan ilahiyata, aileden kültüre, toplumdan siyasete her yerde, her alanda büyük bir iştahla, iştiyakla kullanıyoruz bu kavramı. Kelimenin şu anlamlarına baksanıza Allah aşkına!
Bir şeyi ya da kimseyi başka bir şeyden ya da kimseden uzaklaştıran, başka bir şeye ya da kimseye yabancı hale getiren eylem ya da gelişme… Psikiyatride normalden sapma; bu nedenle bazı dillerde akıl hastasına ‘alien’, akıl hastalıkları hekimine ‘alienist’ deniyor… Psikoloji ve sosyolojide, kişinin kendisine, içinde yaşadığı topluma, doğaya ve başka insanlara karşı duyduğu yabancılık hissi… Felsefede, şeylerin, nesnelerin bilinç için yabancı, uzak ve ilgisiz görünmesi, daha önceden ilgi duyulan şeylere, dostluk ilişkisi içinde bulunulan insanlara karşı kayıtsız kalma, ilgi duymama, hatta bıkkınlık ya da tiksinti duyma… İnsanın kendisine, kendi gerçek özüne yabancı hale gelmesi, beniyle ya da zihin halleriyle, kendisi arasına duygusal bakımdan mesafe bırakması durumu… Kişinin gerçek beniyle olan içsel temasını yitirdiğini anlamasının sonucu, kendinden kopma hali…
Sözlüklerdeki bu tanım garabetinin yanı sıra, bir de akademide birbirinden bir parça ayrı düşen her şey, her durum için özensizce “yabancılaşma” deniyor. Bidat ve hurafeye “dinde yabancılaşma” dendiğine bile tanık oluyorsunuz. Hatta bazen “kültür yabancılaşması”, “aydın yabancılaşması” gibi kullanım şekillerinde kavramın pejoratif bir şekilde hatta küfür niyetiyle kullanıldığını görüyorsunuz. Şüphesiz aynı şeyi anlamıyoruz ama ısrarla kullanmaya ve başkasının hangi anlamda kullandığını da merak etmeye devam ediyoruz. Duyduğumuzda bizimle ilgili bir halden bahsedildiğini hemen seziyor, kulak kabartıyoruz. Hepimiz, şöyle ya da böyle, kendimizin ya da başkalarının yabancılaştığımızı düşünüyoruz.
Yabancılaşma düşüncesi, çok daha geri götürülebilir ama kavram olarak ilk kullanılışı, 19. Yüzyıl’da Alman düşünürler tarafından… Bu hem şaşırtıcı değil hem çok önemli… Kavramı ilk kullanan Hegel, yabancılaşmayı insanın özne (yani kendini gerçekleştirmeye çalışan) yanıyla nesne (yani başkaları tarafından etkilenip yönlendirilen) yanı arasındaki ayrışmada aradı. Materyalist Feuerbach’ta yabancılaşmanın sorumlusu dindi; Tanrı, insanın kendisinden uzaklaştırılması, yabancılaştırılmasıydı. Marx, ilk eserlerinde Hegel’den etkilenen felsefi bir yabancılaşma anlayışına sahipti ama daha sonra kapitalist üretim sürecine göre bir tanım yaptı. “Kapitalist toplumdaki üretim süreçleri ve işbölümü nedeniyle insan kendi faaliyetinin ürünü olan şeylerin kölesi haline gelir; teknoloji karşısında değersizleşir, insan ilişkilerinde araçlaşır, metalaşır. İnsan, meta fetişizmine kurban gider.” Yabancılaşma, budur dedi.
Gel zaman git zaman oldu, her yeri, anlamları birbirinden farklı türlü çeşit “yabancılaşma”lar sardı; aşağı yürü yabancılaşma, yukarı çık yabancılaşma, sağa bak yabancılaşma, sola dön yabancılaşma… Vazgeçemiyor, gün geçtikçe daha çok sarılıyoruz kavrama.
Kaynak: Yeni Şafak